Clicky

Adalet Duygumuzdan İmana Açılan Pencere

Kendisine insan diyen herkes içinde adalet denen bir duygu olduğunu kabul eder. Bu adalet duygumuz sayesinde bir haksızlığa uğradığımızda ya da bir haksızlık gördüğümüzde bunun giderilmesini ve hakkın yerine getirilmesini arzu ederiz. Bu hak talepleri kimi zaman küçük de olabilir, kimi zaman ise büyük ve tahammül edilemez olur.

İster küçük olsun ister büyük olsun vicdanını kaybetmemiş herkes bu haksızlıklar karşısında kaybolan hakların iadesini ya da adaletsizliğe yol açan şahısların acilen cezalandırılmalarını isterler. Bu yüzden adalet duygusu yara almamış her insan suçluları cezalandıracak, mazlumlara da hakkını ve mükâfatını verecek ulvi ve yüksek bir merkezin yahut gücün var olmasını şiddetle temenni eder. İnsanlar buradan hareketle, yasalar, kanunlar yapmışlar yüksek mahkemeler kurmuşlardır.

Ancak açık bir gerçek ki, ilk insanın var olduğundan bu yana gerçekleşen haksızlık ve adaletsizliklerin cezalandırıldığına ve hak sahiplerine iade edildiğine nadiren şahit oluruz. Çoğu zaman da verilen cezaların o cezanın tam karşılığı olduğuna ikna olmayız. Şu halde, vicdan sahibi olan herkes, bu dünyada yaşanan haksızlıklar karşısında adaletin tam olarak tecelli etmediğini yahut çok az bir kısmının tecelli ettiğini itiraf eder.  Çoğu zaman mazlum kişiler haklarının çoğunu alamadan, zalimler de yaptıkları zulümlerin cezasını çekmeden ömürlerini tüketir. Bu durumda insan bütün bu haksızlıkların küçük-büyük tespit edileceği, mazlumların teskin edileceği ve zalimlerin cezalandırılacağı ulvî bir kudretin yahut yüksek bir mahkemenin var olmasını şiddetle arzu ederler.

Ancak bu dünya hayatında insanların yaptıkları kanunların ve kurdukları mahkemelerin insanın içindeki bu adalet duygusunu tam olarak tatmin edemediği ortadadır. O zaman bu duyguyu ve yüksek adalet talebini kusursuz bir şekilde yerine getirebilecek tek kaynak ilahi adalet olarak ortaya çıkmaktadır. Bu adalet öyle bir adalet olmalı ki her mazlumu teskin etsin, zararını tazmin etsin.. Her zalimin küçük-büyük tüm suçlarını tespit etsin, mazlumdan hakkını alsın, cezasını versin.. Öyle bir adalet olsun ki hiç kimseye zerre kadar zulüm etmesin.. Zerre kadar kimsenin hakkına tecavüz etmesin.. Adalet duygusuna sahip herkes ortaya çıkan karardan memnun olsun..

Bu tablodan anlıyoruz ki insanoğlunun içindeki en temel hislerden olan “adalet” ihtiyacını kusursuz şekilde karşılayacak tek merkez ilahi adalettir. Bu mükemmel ve eksiksiz ilahî adaletin de en yüksek ve ulvi derecede tecelli edebileceği mekân ise ancak dünya hayatının şartları dışında, o yüksek adaletin tam manasıyla ortaya çıkacağı bir ahiret yurdu olabilir. Yani adalete olan inanç ve iman aynı zamanda ahirete olan iman ile mümkün olabilir.

İlahi bir kudret ve adaleti kabul etmeyerek yaratılışı evrim ile açıklamak isteyenler, henüz insanda adalet duygusunun nasıl oluştuğu hakkında net bir bilgiye ulaşmış değiller. Bu duygunun nasıl oluştuğuna dair biyolojik ya da ruhi bir açıklama bulunabilir mi, bunu tam olarak kestirememekle beraber, kesin olan gerçek şu ki, insanda var olan bu adalet duygusundan çok önce “adalet” denen bir kavramın ve mefhumun mutlak manada var olduğudur.

Yani, bizatihi adalet denen kavram mutlak manada mevcut iken, bu mutlak mananın yansıması insanda yerini bulur ve bir duygu şeklinde adalet talebi olarak ortaya çıkar. Eğer mutlak manada bir adalet kavramının var olduğundan söz ediyorsak, o halde bu mutlak adaletin menşei ve kaynağı ancak kusuruz ilahi bir adalet ve o adaleti eksiksiz bir şekilde uygulamaya koyabilecek yine ilahî bir kudret ve irade olması gerekir. Bu ise adaleti, kudreti, ilmi ve iradesi nihayetsiz, mutlak manada bulunan ilahî bir Zat’a işaret etmektedir. Yani o mutlak adaleti uygulayabilecek ilahî Zat, mutlak derecede âdil olmalı, aynı zamanda bu adaletini gösterebilmesi için de kudreti noksansız olmalıdır. Örneğin bütün insanları öldükten sonra tekrar diriltmeye ve huzurunda toplamaya gücü yetmeli, her şey emrine mutlak manada itaatkâr bir Zat olmalıdır. Demek ki, bu sonsuz adaletli zat aynı zamanda noksansız bir kudrete malik muktedir bir zat olmalıdır.  

Bunun yanında bu zatın ilmi ve bilgisi de nihayetsiz olmalıdır. Yani bazı şeyleri bilip bazı şeyleri bilmemesi muhaldir, çünkü bu durumda muttali olmadığı bilgiler yüzünden haksızlık yapma ihtimali doğar. Bu da mutlak adalet sıfatına ters düşmektedir. Demek ki ilmi de nihayetsizdir ve her şey hem vukua geldikten önce hem de sonra ilmi ve bilgisi dairesindedir.

Bu şekilde hem sonsuz adaletli, hem sonsuz kudrete malik ve ilmi sınırsız olan Zat’ın iradesi de olmalı ki böyle yüksek bir mahkemeyi kurmayı irade edebilsin. Demek ki bu Zat mutlak manada bir iradesi de vardır.

Anlaşılacağı üzere, insanda basit gibi gözüken bir adalet duygusunun varlığı bir adalet talebine; bu adalet talebi de eksiksiz ve kusursuz mutlak manada bir adalet mefhumuna işaret eder. Adalet mefhumunun varlığı ise kendisinin neşet ettiği ve o mutlak adaleti kusursuz bir şekilde icra edebilen Adil-i Mutlak bir Zat’ işaret eder ki bu Adil-i Mutlak olan Zat’ın, ilim-irade-kudret ve hayat gibi sayısız isim ve sıfatlarının bize bilgisini vermektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, insandaki adalet duygusunun kaynağı ilahidir. Bu duygunun bizatihi var oluşu adaleti, ilmi, kudreti, iradesi sonsuz bir ilahî bir Zat’a işaret etmekle beraber bu ilahi adaletin tecelli edeceği yüksek bir mahkemeye, bir ahiret yurduna, mükâfat ve ceza yerine işaret etmektedir.

Aynı şekilde buradan hareketle, sonsuz adalete sahip olan bu zatın herkese hakkını verirken herhangi bir ortağa ihtiyaç duymaksızın Hâkim-i Mutlak olarak tek karar merci olacağını akıl bize açıkça söyler. Çünkü bir mahkemede iki Hâkim ve iki nizam koyucu olması kargaşaya sebep verir. Demek ki Hâkim de, nizam da birdir. Yani o ilahi zat tektir, ortağı yoktur.

Ayrıca, ceza ve mükâfat varsa önce teklif ve bildirim olmalıdır. Yani teklifsiz ve uyarısız, bir mükâfat ve ceza yeri olduğunu bildirmeden cezaya çarptırmak, adaleti mutlak derecede olan bir Zat’ın ilahi adaleti ile çelişir. O halde önce teklif vardır. Teklifi yapanlar ise o ilahi Zat’ın görevlendirdiği seçkin nebilerdir. Nebiler, yani peygamberler ise, tekliflerini yine adaleti mutlak olan Zat’ın şanına uygun olarak yazılı bir yasaya, nizama ve kurallara göre yapacaklardır. Bunlar ise insanların ne yapıp yapamayacaklarını, ne yaparsalar ödül, ne yaparlarsa ceza alacaklarını açıkça bildiren semavî fermanlar, kitaplardır.

Tekliften ve uyarıdan sonra ise yine ilahî adalete uygun olarak, tüm amellerin kayıt edildiği defterler, görüntüleri alan kayıtlar ve bu kayıtları yapan memurlar ve şahitler gerekmektedir. Bu defterler ise amel defterleri; memurlar ve şahitler ise meleklerdir.. Ta ki adaletin kusursuz zuhur ettiği ahiret yurdunda ve mahkeme esnasında kimse haksızlığa uğramasın, haksızlığa uğradığını iddia eden kimse önünde hemen kayıtlar ve defterler açılsın.. Deliller ortaya dökülsün, delilsiz, mesnetsiz bir ceza ve ödüllendirme olmasın.

Yani adalet talep eden kimse bu adaleti uygulayacak ilahî bir Zat’a inanmanın ötesinde, ölümden sonra dirilmeye, ahiret yurduna, peygamberlere, kitaplara, meleklere de sırasıyla iman edecektir. Bu iman duygusu, insanın en temel ihtiyaçlarından olan mutlak adalet talebini karşılamanın, o haksızlığa uğramış çaresiz ve mazlum insanlara teselli ve teskin vermenin çok ötesinde, insanın hem şahsi-psikolojik hem de sosyal hayatında sağladığı çok fazla faydalar vardır ki bunların hepsini tek tek yazmak bu yazının boyutlarını aşmaktadır.

Evrim ve benzeri teoriler ile ilahi adaleti ve mutlak bir Yaratıcıyı dışlayan kuramlar insandaki en temel ihtiyaç olan bu adalet duygusunun nereden geldiğine net bir bilgi sunamamakla beraber, aynı zamanda bu temel ihtiyacın kusursuz bir şekilde nasıl karşılanacağına, teskin edilebileceğine dair bir çözüm de sunamıyorlar. Ancak aklını, aldatmak ve aldanmadan uzak, en güvenilir ve en doğru sözlü seçkin kullar olan Peygamberlerin getirdiği ilahi kaynaklı haberler ışığında, yanıltıcı beşeri felsefelerin etkisinden arınmış bir tefekkürle kullanabilenler, sadece insandaki bu adalet duygusundan hareketle bile hem âdil-i mutlak bir Yaratıcıya, hem onun birliğine, hem, haşir, melekler, kitaplar, cennet, cehennem gibi iman esaslarına kolayca ulaşabiliyorlar…

Demek ki insanın içinde var olan bu adalet duygusunu tam manasıyla tatmin edebilecek tek yol iman yoludur. Bu yolu tercih edenler -imanın kendilerine sağlayacağı sayısız faydanın dışında- bu dünyada sıklıkla karşılaşılan adaletsizlikler ve zulümler karşısında tam bir sabırla dayanabilirler ve gelmesi kaçınılmaz olan o hesap gününde gerçek ve mutlak bir adaletin en mükemmel manasıyla zuhur edeceğinden emin olarak insanca hayatlarına devam edebilirler. Kısaca iman yolu, insanı insan eden en ulvi ve güzel bir haslettir. İmansızlık yolu ise insanı insan olduğuna pişman eden neticesiz ve faydasız bir göz kapamadır. Gözünü açan ve kâinata dikkatle bakan herkes bu berrak gerçeği kolaylıkla kabul edecektir. 

Mutlak adalet talep edenler için en kolay yol, Âdil-i mutlak bir Zat’a ve O’nun ilahi adaletine iman etmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir