Clicky

Bir Kardeşlik Mektubu

Esselamu aleykum ve Rahmetullah..

“Huvallahullezi la ilahe illa hu alimül gaybi veşşehadeti hüverrahmanürrahim”

ayetinden bir lem’a düşürerek önümüze “Bismillahi Ya Fettah!”diyoruz ve başlıyoruz seyahatimize..

Bizlere Rahman’ın rahmeti ile yaşattırdığı şu hayat-ı dünya güzergahımızda “Zaten bu işin buraya geleceği, böyle netice vereceği belliydi” diye hep birbirimize söyleriz..

Niye böyle deriz.. Ne söylemek isteriz böyle diyerek.. Kaderin sırlı bir remzine dairdir..

Kardeşlerim! Önceki sohbetimizde ağırlıklı olarak rahimlerde olup biteni, şehadette olan “Haml sahiplerine” ise  nasıl zamanla bir nevi “gayb aşina bir nazar” lütfedildiğini hikaye etmiştim.. Zuhura yakın bu nazarın şiddet ve vuzuh kesbettiğini, hamlin ilk günlerinde ise Rahman Rabb’imizin  kulunu o işten habersiz bıraktığını anlatmıştım ve neticeten ihsan-ı ilahi ile önümüze konulan  “omuzlarımıza tevdi edilen, İşte bu Rahman’ın vediasıdır” bizlere denilen Nurlar ve Nurlar hizmetinde karar kılmış idim  ve dahi Karar kılmış idik..

Bir kardeşimle bir gün bir kimse hakkında konuşuyorduk. Dedik ki “Onun bugünkü hali geçmiş halleri için dahi bir fikir veriyor.”

Ne güzel bir Cümle idi. Bu cümle burada dursun, az sonra döneceğiz

Bir gün Kırtasiyede rahmetli Ağabey’imiz dedi ki, “Sen de bir gün yaşlanacaksın.. Nasıl bir insan olacaksın hiç düşündün mü?.. Ben düşündüm..”

Şimdi bu ikinci cümlenin yanına bıraktığımız ilk cümleyi getirelim, ne görürüz?

Evet, önceki sohbetimizde ne demiştik; “Gaybtan şuhuda daimi bir akış var”

Aynen öyle de “Şuhuddan da gaybe” daimi bir akış var. Tabir yerinde ise feyiz alıyorlar, feyiz veriyorlar birbirlerine..

İç içeler adeta, kucaklaşmışlar O gayb ile bu şuhud adeta..

Rahimlere Konulan nutfenin kaderin dölyatağında mayalanan dünümüz olduğunu söylememe gerek yok her halde.. Bu günümüze adım adım O cenin, cenine uygun bir mahal-li mahsus ile gelir (mahalli mahsusa şimdiki nesil biz de dâhil olmak üzere ortam diyoruz)

Cenin ceninin ortamında, çocuk çocukluk ortamında, genç gençlik ortamında göz açıyor, el uzatıyor, adım atıyor yürüyor mukadder akıbetine doğru..

Çiçekler bahçelerde, bahçeler baharlarda mahsus mahallerini buluyor..

Öyle ise her biri bir  gül misali kardeşlerim musahibi olan kardeşleriyle zikrü sohbet gülzarlarında, inşaallah o bahçeler dahi cennetlerde karar kılacak, yerini bulacaktır denilebilir ve denilir ve öyledir.. Amenna..

El uzatmalar, ayağa kalkmalar, adım atmalar mahal-li mahsusa (ortama) göre cereyan ediyor dedik.. Nutfe göbek kordonundan beslenirken seyri bize göre oldukça karanlık -kendine de öyle olsa gerek-gözlerine ellerine bakıp dört duvardan başka gördüğüm tutunduğum mu var dese yeridir.. Kıyas-ı aklisi dahi içinde bulunduğu ortama göredir, sıkışıp kalmıştır sıkıştığı yerde, bir sonraki -içine doğacağı- bu dünyanın zuhur edecek “yevm-i feth”ini sayar durduğu o mahsus mekanın günlerinde.. O miniminnacık bedeniyle, miniminnacık dünyasıyla ve yine miniminnacık günleriyle,  dünyamıza geleceği günü intizar eder durur..

Ve o gün gelir, ona koca bir dünya feth edilir açılıverir, çekirdek gün yüzüne yani ışık tufanına, renkler şenliğine, inbisatlar, ferahlanmalar seyr-i daimisine, nurlar, nurlanmalar, inkişaflı seyirler dünyasına adım atmıştır artık. Şükürler olsun.. Bebek ağlar ortalığı yıkar.. Çok değildir.. Sıkışıp kaldığı mahalden, sıkışıp kalmış bedeninden, ta içerlerinin derinlerine kaçmış o sesini bulup çıkarmış, getirmiş, şimdi geldiği âlemin ta içerlerine, ötelerine o sesini yırtınırcasına neşretmektedir ne de olsa.. Hal lisanı şimdilik bir müddet ağlamasından aksedecektir afaka.. Başka lisanlarda günü geldikçe, istidatı inkişaf ettikçe verilecek takılacak ihsan edilecektir Rahman’ın rahmetiyle karşıladığı o aziz misafirine..

Acaba böyle hikmetli böyle şefkatli bir rahmeti böyle güzel bir sineyi görmeyen daha dünyada iken kendine yazık etmiş olmaz mı? Ve o insana insan denir mi? Ve o insan daha cehenneme gitmeden bu rahmetli dünyayı kendisi hakkında azaplı cehenneme çevirmiş görenlere dedirtmez mi?..

Bir kardeşimin işte bu rahmetin güneş gibi ışıklı yüzünü müşehadatından aldığı keyif ve neş’e ile vecde gelip hayal ve vehim ve heva balonlarını ellerinden çıkarıp rahmetin dayeliğine bütün ruhu canıyla safa-i kalb ile atılmasının sırrı bu olsa gerek diye bu seyyah dahi müşahedatından aldığı hadsiz zevk ve sürur ile yaşasınlar diyerek o seyyah kardeşine iştirak etti.. Maşaallah diyerek dünyayı ve dünyaları bu surette yaratıp tanzim eden Rabb’ine hamdetti.

Sadede geliyoruz.. Mahsus mahallerde mahsus büyümeler, serpilip gelişmeler adım adım seyr almalar cereyan ediyor demiştik.. Âlem açılıyor.. Sen yürüyorsun, yollar açılıyor.. Görüyorsun, görmeler açılıyor.. Rü’yetler inkişaf ediyor.. Duyuyorsun.. Annenin, babanın sana enis  sadalarıyla başlıyor duymaların, ta bütün alemlerin her seslerini sedalarını (burada ve ötede meleklerin seslerine varıncaya değin) işitmeye kadar varıyor duymaların..

Rahmin dört duvarına göz gibi, kulak gibi, bütün uzviyetin gibi sıkışıp kalmış aklın da bu mahalde inkişafa, seyre, kıyasa, düğümleri açmaya başlıyor.. O da adım adıyor o da düşüp kalıyor.. Amma  her  defasında kalp imdadına yetişiyor, elinden tutuyor, o aklın yanlış yerlere girmesine, düşmesine mani oluyor, ona deyim yerindeyse velisi gibi mukayyet oluyor..

Âlem sarayına girmiş dallin güruhunu hatırlayalım burada.. Rahmet yolcuları müştak misafirler, hayretli seyirciler, sarayın sahibini görmeye can atan bahtiyar teba muti raiyyet iken bu bedbaht güruh dahi adım adım kendi mukadder akıbetlerine yürüdüler.. Önce sarayın sahibini inkarla başladılar.. Sonra buranın neresi saray.. Batsın bu dünya.. Lanet olsun bu yaşadığım hayata.. Sen buna yaşamak mı diyorsun? Daha bunun gibi bir çok hezeyanlarda küfürlerde bulundular.. Evvelki bahtiyarların adım adım ömürleriyle hidayete, rüşde, rahmete yürümelerine mukabil bunlar dahi ömürleriyle dalalete, gayya, gazaba yürüdüler.. YANLIŞ GÖRDÜLER,YANLIŞ ETTİLER,KENDİLERİNE YAZIK ETTİLER..

Sadede dönüyor ve yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz..

Çocuk çocukluk ortamında, genç gençlik ortamında büyüyor demiştik.. Madem maddi ve cismani hayat manevi ve ruhani hayatımızla iç içe ve birbirine mütekabil aynalar misali birbirini gösterir..

Biz de bakıyor ve görüyoruz ki etrafımız bir türlü büyümeyen çocuklarla dolu.. Hep eğlencelik, hep oyun, hep gezme derdinde bir sürü insan.. Akılları büyümüyor, ruhları ihmal ediliyor.. Latifeleri, duyguları hevesatla meşgul ediliyor.. Nasıl büyüsün? Ruhlar hasta.. İşin garibi ne hastalığından haberdar ne de söylense kabul ediyorlar, bir vaziyet-i müşkile içindeler..

Bir şamata, bir koşuşturmaca ve bu baziçe-i hengamede müminler yaralı, müminler asırzede ve esefle söyleymelim ki kardeşzede.. Kardeşlerimiz olan kardeşlerimizin manevi bu fakirliklerine (zaten maddisi azın azı hiç girmiyorum o sahaya)

Neredeyse bakılmıyor.. Görülmüyor.. Hiç usulünce gidilmiyor.. Yetişkinlerin çocukları el bebek-gül bebek yetiştirmelerinden de ders alınmıyor, fıtrata zıt, hikmete mugayir cinayetler işleniyor.

Seneler evveldi. Bir arkadaşım bir sohbete gitmiş.. Heyecanlı bir şekilde anlatıyordu. Hoca dedi ki, “Evinizde yangın çıktı.. Ne yaparsınız? Hemen çocuklarınızın odasına koşup onları kurtarmaz mısınız? Evlatlarınızın ahiretleri yanıyor, siz seyirci kalıyor, bir şeyler demiyorsunuz!” diye anlattı ve ekledi, “ne güzel bir misal vermiş değil mi?”

 O kardeşim böyle anlattı.. Zahiren öyle amma hakikaten tam bir fecaat, tam bir cinayet.. Eğer sadece bu kadarını görüyor isek..

Ne demek istiyorum? Anlatayım.. Sen yangını görüyorsun.. Odasına kurtarmaya gittiğin çocuğunda görüyor ki etrafta yangın var çıkmazsa yanacak..

Amma ahireti yanan evladın bilmiyor ki ahireti yanıyor.. Hatta bilmiyor ki bir ahireti var (bilse de henüz bir nutfe henüz bir çekirdek hükmünde fıtratında meknuz o kadarını biliyor, ona da bilme denir mi artık, belki inkâr etmiyor denilebilir)

İşte usulünce muacelenin, teşhis ve tedavinin adına irşad diyoruz.. Adım adım yürümeye de “rüşd” diyoruz.. Yürüdükçe görüşümüz artıyor.. Geride bıraktıklarımız geride kalıyor.. Ellerimizle, kollarımızla büyüyen vücudu manevimizle de kavuştuğumuz yeni yeni rüşdler, hidayetler, rahmetler oluyor.. Öyle ise ömrümüze bütünüyle incizaplı tanımaklar, tatlı sevmekler yolculuğumuzun adıdır desek  şayeste düşer..

Bir doktoru dinliyordum televizyonda.. İç hastalıkları doktoru (Risale-i Nur’a ve tercüman-ı kutsisine (r.a) misal veriyordu adeta). Diyor ki, “Ben bir hastayı yürüyüşünden anlayabiliyor, hastalığının seyir devresini görebiliyorum”

İşte bu bize ,Nurlar dersinin irşadına, bırakın hariçte nur arayanlara nur vermeyi, kardeş kardeşe nur vermeye, medet olmaya, muavin ve muzahir olmaya kuvvetli  işaret eden bir söz oluyor..

Bir kardeşimizi sıkıntılı mı görüyorsun, korkuyor mu görüyorsun, çekingen ve ürkek mi yürüyüşünden anlıyorsun.. Göz kapakları içeriye mi çökmüş yanakları mı solmuş.. İncitmeden, kırmadan, dökmeden, yıkmadan şefkatli elini kalbine dokundur.. Bir şey söylemene gerek yok.. İyi ki kardeşim var desin.. Önüme ve yanıma bu mübarekleri yerleştiren Rahman Rabb’ime hamd ediyorum desin..

Amma sen kendi âleminde, o kardeşin kendi aleminde derse gelip gitmenin adı kardeşlik olmuyor kardeşim.. Bigane böylesi gelip gitmeler, bu kardeşliğimizin çocukluk devresi olan ta 30 seneler öncesi için geçerli olabilir amma bu gün için söz konusu bile olamaz. Bu kadarla iktifa günah-ı azimdir.. Bir şecere-i azime hayatını ve seyrini SEDDEDİP bir filizlenmiş çekirdeğin rüşeymi macerasıyla oyalanmak ve avunmaktan başka bir şey değildir..

İşte buradan dahi rahmetli Ağabey’imizin, “Daha anlayın, daha anlayın anlattıklarımı.. İç âleminizde anlamaya çalışarak daha da iyi anlayın!” sırlı cümleleriyle ne anlatmak istediğinin hakikati yüz gösteriyor..

Evet kardeşlerim! Bunları görebilmek için dikkat, hikmetli nazar, fıtratın sesini, soluğunu, kalp atışlarını dinlemek yetiyor.. Zannetmeyin ki bu kardeşiniz bu hakikatleri ayrıca ders almış sizlere hikaye ediyor.. Kat’a bir mevhibe suretinde şahs-ı manevimize ikram ediliyor..

Ahım-şahım lütufları görmek için, nail olmak için eteklerimizi ahım şahım açarak-kardeşimin ifadesiyle germek suretiyle açarak-istikbale koşmalıyız.. BU SURETTE İSTİKBALİMİZİ İSTİKBALE (bize vaat edilen geleceğimizi karşılamaya) YÜRÜMELİYİZ..

Kardeşlerim uzun oldu.. Lakin feyizli, bereketli, hidayetli, rahmetli, gaybi hediyelerle malamal dolu bir güzel seyahat oldu..

Teveccüh gösterirseniz teveccüh bulursunuz.. Abd namazda Rabb’ine acziyle-fakrıyla teveccüh eder.. TEVECCÜH BULUR RABBİNDEN, RABBİNİ BULUR..

Hâsıl-ı kelam yeter ki teveccühünüzü inkıtaa uğratmayın, her köşe başında bu güne kadar sizi karşılamış olan RAHMETİN O CEMALLİ YÜZÜ yine daima sizi yeniden yeniye karşılayacak, elinizden tutacaktır..

İşte müminlerin dünya hayatları böyle guna gun tecellileri, gaybtan şuhuda izhar edilen hediyeleri güzel güzel karşılamakla, şükürlerle ve hikmetli müşahedelerle geçti.. Vaktaki dünya hayatları kapandı.. “Yevmül feth” zuhur etti.. Onların Rabb-ı Rahimleri onlara -dünya hayatlarındaki hikmetli ve tedrici, fıtrî ve yerinde seyirlerine mükafat olarak- ÖTELERİ AÇTI DA AÇTI.. Ne bu gözler görmüş, ne bu kulaklar işitmiş ne de beşer kalplerine hutur etmiştir.. Amenna..

Nurlardan, âlem-i fıtrattan, ism-i Hakim ve İsm-i Rahmanirrahim cilvelerinden aldığımız derslerde hata etmiş isek Rabb’imiz bizleri affetsin.. Güzellikler hemen ve daima Rabb’imizden.. Hata ve kusur-ne de güzel yakışıyor- biz kullardandır..

Minelezelilelebed Efendimize salatu selamla Rabb’imize HAMDEDERİZ. Amin, velhamdulillahi Rabbilalemin..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir