Clicky

Manevî Hüviyet

Dikkat ettiniz mi bilmem, ama yapılan yolların hiçbiri tamamıyla düz değildir. Düzmüş gibi gidilen yollar bir süre sonra mutlaka eğriliyor veya engebeleşiyor. Garip bir benzerlikle insanın hayat serüveninin güzergâhları da bazen düz bazen ise engebelidir. Bunun sebebi ise Kalem-i Kudret insanın kaderini asla yeknesak bir yaşam sürmesi için dizayn etmemesinden kaynaklıdır. Delil isteyenler uzaklara gitmeyip kendi hayat serüvenlerini gözden geçirebilirler.  

İnsanın hayat yolu üzerinde güzergâhları vardır. Bunlar ana rahmi, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık, kabir, haşir ve ahireti de kapsayan uzunca bir yoldur. Güzergâhları kullanırken uğradığı duraklardan his, duygu, bilgi ve birikimlerle karakter örüntüsüne sürekli nakışlar işler. Bu nakışlar ise onun zamanla “manevi hüviyetini” meydana getirir. Örneğin beş yaşındaki bilgi ve birikimlerimizle sevindiğimiz veya üzüldüğümüz şeyler on beş yaşındayken bambaşka bir şekle bürünür. 30 yaşındaki hayat anlayışımızla 40-50 yaşlarındaki bakış açılarımız ise bambaşkadır. Hayalen bir laboratuvar ortamına konulsak herhalde çok yönlü evrelerden geçen ve her bir evrede farklı bir kişi göreceğiz.

Demek ki sürekli değişiyoruz. Bu değişimle birlikte her dönem bambaşka bir yönümüzle muhatap oluyoruz. Farklı farklı rollerin içinde yoğruluyoruz. Mesela çocuk ve ergenlik safhalarımda anne ve babam bu yönlerimi bildiklerinden ona göre davranıyor, çocukluk yaptığım için beni suçlamıyorlardı. Askerlik çağıma geldiğimde ise yetişkinliğim gereği daha bir ciddiye alınıyordum. Şimdi ise olgunluk çağımdayım. Bütün bunları fark edebiliyorum. Bir de işin ihtiyarlık dönemi var. Hafızaların zayıfladığı veya aklî melekelerin kaybolabileceği bunama gibi dönemler.. Bu dönemlere gelen ihtiyarlar geçmişteki tüm müktesebatını adeta kaybetmiş gibidirler. Düşünsenize, uzun yıllar vererek elde ettiğiniz bilgiler bir anda hiç hükmünde oluyor. Veya uzun uğraşlarla kazanılmış paralar, mallar, mülkler bir anda boşa çıkıyor. Çünkü onların hiçbirinden haberiniz yok ve bambaşka biri oluvermişsiniz. Ne eşinizi, ne çocuklarınızı ne de arkadaşlarınızı, hiçbir şeyi hatırlamıyorsunuz. Bizi biz diye tanıttıran her şey ortadan kaybolmuş, kimliksiz, hüviyetsiz biri oluvermişizdir.  Mesela, bazen bir çocuk gibi oluveriyorken bazen ise hiç bilmediğiniz bir yerde tanımadığınız insanlarla kendinizi buluveriyorsunuz. Bilmek, bulmak, anlamak ve anladıklarını paylaşmak için yaratılmış ve diğer canlılardan bu yönüyle ayrışan bir varlık için ne kadar üzücü bir durum. Bu ürkütücü hale yalnızca yaşlılarda rastlanmıyor. Bazen başımıza gelen bir kaza tüm hayatımızı sil baştan değiştirebiliyor. Ya da hastalıklar.. Örneğin demans, şizofreni ve ya alzheimer hastalıkları gibi insan kişiliğini etkileyen ve değiştiren çok etkenler söz konusu.

Demek ki bizi biz yapan suretimizden daha ziyade siretimiz olduğu anlaşılıyor. Siretimiz ise manevi kişiliğimizin bir sonucudur.  Düşünsenize; bir profesör veya general, mesleklerinde saygınlık kazanmışlar ama uğradıkları üzücü hadiseler sonucu hafızalarını ve muhakeme yetilerini kaybetmişler. Bir zamanlar çok saygı duyulan, hürmet edilen insanlar oldukları halde şimdi o hallerinden eser yok. Sizce bu insanları değerli kılan tüm şeylerini kaybettikleri halde onlara karşı nasıl davranılması gerekecek? Tuhaf bir paradoks gibi duruyor. Ölüm gibi bir şey.. Çünkü öldüğümüzde de buna benzer sonuçlar ortaya çıkıyor. Makam ve mevkiimizin bir önemi kalmıyor; servetimiz varsa gittiğimiz yere götüremiyoruz vs. Öldükten bir süre sonra da belki de hiçbir şey hatırlanmamak üzere mezar taşımızda sadece ismimiz ve doğum-ölüm tarihimiz yazılı olarak kalıyor.

Böyle bir durumda insan her şeyini kaybetmiş bir müflis gibi mi olacak? Bizi biz yapan her şeyimiz bir anda hiç hükmünde mi olacak? Hiç yaşamamış gibi mi farz edileceğiz? Bize değer verilmeyecek mi? Yaptığımız hayır-hasenatlar, iyiliklerin anlamı olmayacak mı? Cenâb-ı Hakk’a yalvarışlarımız,  isteklerimiz hepsi bir kalemde silinecek mi? Fişi çekilmiş ve hurdacının bile değer vermediği kullanım dışı bir atık mı olacağız?  Başımıza gelmesini istemesek bile ihtimaller arasında olup Cenâb-ı Hakk’a sığındığımız bu duruma maruz kalanlar ne olacak?

His ve duygu dünyamda derin etki oluşturan bu duruma karşı Âdil-i Mutlak, Rahman-ı Rahim, Mün’im-i Kerim,  sadıka’l-va’d olarak kendini tanıttıran Zat-ı Akdes bu acziyetime karşı beni cevapsız mı bırakacak? Haşa! Yüz bin kere haşa! “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyamet Suresi, 36) Başı boş değiliz, kimsesiz değiliz.. Herkes veya her şey bizden yüz çevirse bile vaadinden dönmeyen “Sadıka’l-va’d” var.  Kimse hatırlamasa bile “ElHafiz” ismi var. İşlediğim günahları bağışlayabilecek ve bana karşı merhametli davranacağını ümit ettiğim Rahman-ı Rahim var.  Ben kendimi kaybetsem bile hakkımı kimsede bırakmayacak Âdil-i Mutlak bir Zat-ı Zülcelâl var.. Demek manevî hüviyetin Cenâb-ı Allah’ın katında bir karşılığı, bir derecesi var.

Öyleyse insanları değerlendirirken sadece suretlerden ibaret olmadıklarını bilmemiz gerekiyor.  İnsanların belki her bir canlının Cenâb-ı Allah’ın kulları olduklarını her birerinin manevi hüviyetleri bulunduğunu idrak etmeliyiz. Cenâb-ı Hakk’ın nazarında ki manevî hüviyetini nazara almalıyız. Yani onlar kendilerini bilemeyecek dereceye gelseler bile onları bilen, gören, başıboş bırakmayan Rabb’imizin “El-Müheymin” ismini hatıra getirmeliyiz. İster çocuk olsun, ister yetişkin, isterse ihtiyar fark etmeksizin insan mükerrem yaratıldığından dolayı bakış açımızı ona göre ayarlamalıyız. Onun Cenab-ı Allah’la nasıl bir iletişimde olduğunu bilmediğimizden dolayı hata edebiliriz.

Manevî şahsiyetimizin âleminde buudlar kaç tanedir, bilen var mı?..

Kuş Sütü / Ahmed İhsan Genç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir