Clicky

Mektup No: 64

Ahmed İhsan Genç’ten Açık Mektuplar

اَلسَّلَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحَْةُ الّٰلِ وَ بَرَكَاتُهُ

Bazan şuûrun taalluku ile kısmen de bilâihtiyar ruhî beraberliğimiz olan ve ebeden de böyle olmasını, kalmasını candan arzuladığım kardeşim,

Bugün zevkli ve lezzetli ve müjdeli eski bir rü’yamı hatırladım ki onun tâbirini hayâtımın mektubunda hattâ en ince çizgilerine kadar görüyorum diyebilirim. Rabbimin büyük  bir ihsanı suretinde ruhuma aksettirdiklerinden ne kadar minnettarım, müteşekkirim, hamdediyorum tahminlerin fevkindedir. Elliüç yıldır unutamadığım o rü’ya içinde daimâ ebedî arzularımı gerçekleşir buldum, ümidimin çiçeklerini görüp kokladım. Rü’ya ile amel edilmemek meselesi varken bu mezkür rü’ya ile rü’yada gibiyim. Onun hayâtımı doldurduğunu, hizmetimde temin ettiği irşâd ve intibâhı sünnetten bir ışık gibi hissediyorum. Sen dost ve vefâlı kardeşten gizlemiyorum; kalben hissedârlığını hissediyorum. Riyâlı fahirlerden sakınmakla beraber, Rahîm Rabbime her an minnettarlığımın yol ve kapılarından birisi, mühim bir vesilesi bu rü’ya olmuştur. Hâlen de o rü’yadan istifâdem devam ediyor, belki edecek.

Değerli kardeşim,

Rü’yayı kısaca anlatayım.Rabbim hayırlı surette zâhîr olmasını ve tahakkunu nasîb buyursun.

Gaziantep’deyim, meşhur mesirelik “Kavaklık” içinde muntazam, asfalt bir yolda yürümekteyim. Vakar içinde, dimdik, tekbaşıma ilerlemekteyim. Gecenin yarısını geçirmişim, güzel bir bahar havası var. Etrâfımda yolun iki tarafında, yola hafif meyletmiş söğüt ağaçları sallanıyor. Göğsümün bütünü bir arşın çapında bir ışıldak gibi projektör şeklinde, ileri doğru (kuvvetli, gözleri kamaştıran) ışıklar yaymakta… O ışıklardan ışıklanan bütün ağaçlar yanlarından geçerken rüku’ eder gibi eğilerek (her birini bir insana benzettim.) karşılıklı muntazam bir kemer teşkil ediyorlar. Göğsümden fışkıran bu ışıklar daha ziyâde onların gövdelerinde, âdeta göğüslerinde parlıyor. Bu minvâl üzere yoldayım, ilerliyorum.

Değerli kardeşim,

Sonra ne oldu biliyor musunuz? O rü’ya kendim için iman ve KUR’AN yollarında yapacağım, yapmak istediğim, çoğu muhtaç, çöllerde susuz kalmış yolculara benzeyen, tamamen bozulmamış, kısmen de istidâtlı gördüğüm kimseleri, gençleri hedefleyen hizmet düşüncelerimin bir haritası, bir resmi haline geldi, bunu bir program gibi uyguladım.          Bilir- bilmez doğru veya yanlış gençleri ve başkalarını toplamaya çalıştım. Kendi anlayışımla bu insanları uyarmaya çalışıyordum. İman aşısı yapıyordum. (Kusur etmişsem Allah affetsin.) Bunun da en asgarî kârı her zaman bu yollarda koşuşturmak, iman,  KUR’AN hizmetinde sebat etmek, sıkıntılarına aldırmamak oldu…

Düşünürken bunlarla (imanla, Kur’anla) düşünmek, konuşurken  bunlarla ilgili konuşmak, yaparken bunları yapmak benim hayâtım haline geldi. Rabbime yüzmilyonlarca şükürler ederim. Nefsimin huysuzluklarına, verdiği rahatsızlıklarına  bakıyorum da Allah (CC)’ın bir rü’ya ile olsun insana ne güzel istikâmet verdiğini, nasıl terbiye ettiğini, inâyetiyle himâye buyurduğunu müşâhede ediyorum.

 Muhterem kardeşim,

 Bizim nesil, Üstadımız (RA) Hazretlerinin kudsî iman dâvâsının bayrağını açtığı, tarzını gösterdiği, ilâ-yı kelimetullah olan azîm vazifenin hem zamanî  olan metodolojisini, hem mesnûn olan usûl-ü aslîsini ortaya koyuncaya kadar sahipsiz yetimler ve öksüzler gibi idik… Bizlere acıyarak “gel” diyecek, elimizden tutacak, yüzümüze tebessüm edecek, hâlimiz nicedir soracak, içimizi ısıtacak insanlar beklerdik. Memleketimizde, komşu illerde ve kazalarda, bütün Anadolu’da durum aynı idi. İman noktasında ilim bakımından mübalağasız zavallı bir haldeydik. Daha sonra her muhitte perâkende, kendi kendine birşeyler yapmaya çalışan, mutahayyir, yalnızlığa itilmiş insanlar çırpınıp duruyorlardı… Senin bu kardeşin de onlardan birisi idi. Gerçekten yalnızdım, garîbtim, için için ağlardım. Sorularım, öğrenmek istediklerim, merâklarım içimde düğümlenir kalırdı. Açıkça söylersem zülf-ü yâra dokunacak. Bizim için, İslâmı öğrenmemiz için ne hocalar hocalığını yapıyor, ne şeyhler şeyhlik ediyordu… Anlattığım kadarıyla büyük mikyasta evham, korku hâkimdi… Şâirâne bir ifâdeyle

“Korku kol gezer yollarda, kuşlar uyumuş dallarda”

Diyerek mecnunlaşmış bir halde geziyordum… Daha sonraki yıllarda benim o zamanki hallerimi hikâye edenlerden (utanç hisleri içinde, pişmanlıkla itiraf ederek anlatanlardan) dinledim: “Hocazadem biz ağabeyimle senin işine şaşırırdık.. Din için heyecanla anlattıklarını dinlermiş gibi görünerek hı…..hı… der ve sen gidince arkandan ağzımızı eğer, güler, istihza ederdik. Şimdi o günlerde ne halt ettiğimizi anlıyorum. Sen, bizi affet… Çok hata etmişiz… Öyle bir zamanda bütün gücünüzle bizim gibi gafil insanlara bir şeyler anlatmaya çalıştığınız halde yardımcı olmak, teşekkür etmek şöyle dursun hep gıybetini yaptık durduk. Asıl yapılacak iş sizin tavsiye ettiğiniz iş, gidilecek yol sizin gittiğiniz yol imiş bilemedik, anlayamadık. Allah (CC) sizden ve bütün hizmet edenlerden razı olsun.”

Kardeşim,

Bir bahçıvan, mevsimi geçmeden dikmeğe çalıştığı fidan için gerekirse toprağı tırnaklarıyla kazar, fidanın susuz kalmaması için ter döker… göz yaşı döker… Semâya ellerini kaldırır, yalvarır, dua eder ve ilahî rahmetin nüzûlünü bekler. Sırasıyla fidanın yeşermesi, tomurcuklanması, açılıp çiçeklenmesi ve nihâyet meyvelerin dalları doldurması o bağ-ı ban için ayrı ayrı sevinçlerdir, bahtiyarlıktır, bayramlardır.

Kardeşim,

Her neslin (imtihan sırrıyla) kışı ve baharı ayrı olabilir. Bizim neslimizin şimdi herşeye rağmen baharını idrak ettiği söylenebilir. Benim için ağaçlar dolusu bereketli  ve olgun meyveler var, zenginlikler var.. Siz nasıl düşünürseniz düşünün bu rü’ya yaşanıyor.

Allah (CC)’ın rıza ve rıdvânına eresiniz.

Muhtâc-ı Rahmet

Kardeşiniz Ahmed 

NOT: Bütün samimiyetime rağmen rü’yadan anladığım bir kitaplık tâbirlerini cesâret edip yazamadım. Açıkça nefsimin kabarmasından, şımarmasından korktum… Bana has olan taraflarının ağırlığından daha çok ürktüm. 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir