Bismillahirrahmanirrahim
24.cü Mektub’u okuyorum. Kısaca; “Madem Rabbimiz yarattığı her bir mahlûkunu severek yaratıyor. Bunca musibetlere, hastalıklara, meşakkatlere onları niye maruz bırakıyor, bu girdaba sokuyor, koşturuyor? Seven sevdiklerine bunu yapar mı? Nerede bu sevgi ki biz niye göremiyoruz?” azim sualiyle başlıyor.
Önce marifet sahibi merhum Ağabey’imin bereketli sözünü yazayım, ta sohbetimiz ve tefekkür yolculuğumuz berekete medar olsun.
“Sevginin kütüğünde kalbimi doğrayan eli öperim.”
Seneler evveldi. Ortaokul-lise çağındaki yatılı talebelere bir ağabeyimiz haftada bir gün Risale dersi yapıyordu. Yurt müdürü ile bu kardeşiniz refakat ediyordu. Şaşılacak şey… Etrafımda şirinlikler, sevimlilikler, tebessümler kaynaşıyordu adeta… Kalbe çok ziynetli bir meltem değiyordu. Rabb’im dedim -o gün- bu çocukları seviyor. Neşelerinden sevimliliklerinden, tatlı kılınmışlıklarından kuvvetli bir hissiyat geldi, beni kapladı. Hatta bir kardeşimle de paylaştım bu haletimi, yakından O’nun(c.c) sevgisini görüyorum diye.
İşte o damla his bugünlerde 24.cü Mektub’u okurken [okumadan önceki günlerde] bir hissiyat-ı mevhibe-i azime ve günlerce okuduğumun sonrasında ise dökmeden, dağıtmadan, hikmetlice akacağı bir mecra bularak, bütün âlemde dal budak salmış kanun-u tenasüpten istimdat ile huriler güzelliğinde bir hüsün ve cemale hamdolsun kavuşarak iyice âlemimi ihata etti. Rabb’im mahcup etmesin. Yanlış düşündürtmesin, tenasüp ve muvazeneyi ihlal etme hatasını işletmesin. Mani olsun, korusun, kollasın… Bütün sâlih kullarıyla beraber bu salahatta aciz ve gevşek kulunu da ebeden sevsin. Âmin. Âmin.
Şimdi dönelim bahs-i mübarekimize. İki anahtar kelime vardı; biri “VEDUD” diğeri “MUHABBETTERANE TALTİF”…
Evet, bilmüşahade yerlerde, göklerde, karalarda, denizlerde, enfüsümüzde, afakımızda, dünyamızda inşaallah gireceğimiz cennetlerimizde sağnak sağnak yağan muhabbet yağmurlarını… Kesilmeden akan azametli ve tatlı derya-yı muhitayı…
Nereye başımızı çevirsek her tarafta muhabbet çağladığını, yaşadığımız dünyayı kapladığını görüyoruz..
İşte gel parklara çıkalım, şu annelerinin kucağında etrafına boncuk boncuk gözleriyle gülücükler dağıtan masum yavrulara nazar edelim. Gel bu köşede sevimli sevimli oynaşan kediciklere bakalım. Az öteden tomurcuk tomurcuk açmış ziynetli kokuları ile beni de gör ben de varım diyen gülleri. Manolyaları, leylakları, zambakları… Sarmaşıklı haliyle aşka davet eden (kelime-i aşkta bu sarmaşığın kalbe dolanması manası vardır) hanım ellerini. Her tarafta her bir adımımızda hüsünler ziynetler karşımıza çıkar. Gözlerimiz kalbimizden çıkan istila edici bir muhabbetle bütün bu güzellikleri kucaklar. Hüsün aşkla ittihat etmiştir artık. Ezelden ebede nur-u vücut bu ittihadın kesintisiz saltanatını ilan etmektedir bir kere… Rahman’ın (c.c) burc-u vedudiyetinden.
Karaları, denizleri, yerleri, semaları dünyaları cennetleri kaplayan, lütuf lütuf üstüne taltifat-ı kudsiye-yi muhabbetinin yağdığı görülmektedie her daim…
Gözler-gönüller bu manayı yüzlerden okur, ziynetli çiçeklerden koklar, müminlerin marifetli muhabbetleri serçelerin cıvıldaşmalarına eşlik etmez mi? Melekleri Rahman’ın arşını tavaf ederken, mümin kulları yeryüzünde o tavafı yeryüzünde Kâbe’yi halelendirerek gerçekleştirmezler mi? Seyyaratı bu deveran-ı semada gören zerre zerrecik başıyla mevlevi gibi dönmeye başlamaz mı? Gerçekleştirdiklerinin bir cezbe, bir incizap, bir aşk-ı lahuti manasına geldiğini bilmezler mi zerresiyle, seyyaratıyla bütün mahlûkat… Bilse bilmese ne gam. Alîm u Hakîm Rab’leri semada melekleri, arzda müminleri bu manaya şahit ve tercüman kılması yetmez mi? Abd-i mükerrem kulların tespihlerinin, takdislerinin dua dua kâinatı kuşatmakta olduğunu görmekteyizdir şimdi…
Aşkın hay huy perdelerinden ihtizaza gelmiş kâinatın, ihtizaza gelmiş gönüllerce kucaklanması Rab’lerine tahiyyat, salavat, mübarekât ve tayyibât olarak takdim edilmesidir şahitlikleri ve tercümanlıkları…
Efendimiz’in (a.s.m.) iksir-i pâkinde yürüyerek mevcudatın gül yüzlerinden bu aşk-ı lahutiyi ilan eden hatib-i Rabbanilere, o gönülleri ve dilleri hiç susmayan kulluğumuzun bülbüllerine selam olsun. Sadakatleri ve iştiyakları, aşkları ve hiç bitmeyen koşmaları ile o muhabbet-i kudsiyeyi karşılayan güzellere binler tebrikler olsun… Rabb’inizin muhabbeti ve iftihar-ı münezzehesi sizlerledir…
Şimdi gelelim bu yerleri gökleri istila eden muhabbetin müminlerin çilesine, eziyetlere duçar olmasına nasıl müsaade ettiği meselesine. Âlemde kanunsuz hiç bir iş yok. Her şey bir nizam ve intizam tahtında. Bir çekirdek çekirdek olarak kalmıyor. Bir çocuk çocuk olarak kalmıyor. Her şey neşvü nema buluyor kendi mukadderatına adım adım yürüyor, kalkıyor, el uzatıyor.
Daha üç-beş günlükken gaz sancısı başlıyor. Üşümesi bir dert, ateşler içinde yanması bir dert, pişiği bir dert oluyor yavrumuza. Diş çıkartırken çektiği acı zirve noktasına ulaşıyordur herhalde. Bu bize neyi anlatıyor; mahall-i imtihan olan dünyamızın yapısını çatan Rabb’imiz (c.c.) böyle çatmış. Her şey büyüyor… Nimetlerle kuşatılmış, minik bedenlerimiz büyürken diğer yandan acılarımız, çilelerimiz imtihanlarımız da büyüyor. Her seviyede oluklar çift. Bir tarafta nimetler, sıhhatler, afiyetler, bolluklar şükre davetiye çıkartırken diğer tarafta hastalıklar, belalar, üzüntüler, eziyetler, çevremizdekilerin saldırmaları sabra davetiye çıkartıyor. Büyüdükçe nimetler de artıyor, belalar da…
Her şey büyüyor, burası çok mühim. Bir muhasebe cümlesi yazacağım şimdi. Nimetler artıyorken niye şükrün artmıyor. Sen layık olmadığın nimetlere gözünü dikip yalnız sızlanman artıyor. Belalar çoğalır, üzüntülerin artarken de niye sabrın artmaz hiç düşünmez misin? Ne zaman akıllanacak, kulluğunun hakkını vereceksin. Her şey büyüyor, neşvü nema buluyor demiştik. Devam edelim muhasebemize; niye namazın büyümüyor? O çekirdek neşvü nema bulmuyor. Bir çocuk hükmünde namazın senelerdir güdük kalıyor. Haşyetin büyümüyor, muhabbetin serpilmiyor Hamdin ayağa kalkmıyor. Yerlerde sürünüyor namazın, kulluğun, otur derdine ağla! Büyüme engelin mi var bu muhasebene bu derdine yan! Başkaca bir dert aramana gerek yok. Sakın yanlış anlama kardeşim, bunlar benim iç muhasebem, seni de teşrik ediyorum muhasebeme…
Devam ediyoruz sohbetimize; Efendimiz (a.s.) gelen musibetleri bir çobanın koyuna attığı taşa benzetir. Uçurumdan düşeceksin, çekil geriye haddini tecavüz etme manasına ihtar olduğunu bildirir. Öyle değil midir, her üzüntümüzde gelip toslayan her bela da bu ihtarı ders almaz mıyız? Derlenip toparlanıp Rabbimize daha içten daha candan yönelmez miyiz? O’nunla (c.c.) teselli bulmaz mıyız? Dualarımıza karşılık verdiğini hissetmez miyiz? Bu ulvi sohbeti kalp ehli müminler olarak yaşamaz mıyız? Bize bu lütfu yaşatmasının yanında bu bela ucuz bil’akis ucuz bile gelmez mi bizlere? Rabbimizin hatib-i Kudsisi, kâinat bostanının bülbül-ü bihemtası Efendimiz (a.s.) şöyle demiştir: “Kulu için Mevla’mız bir seviye takdir etmiştir. Namazıyla sair hasenatı ile (zekat, cihat, hac..) kul o kemal noktaya ulaşamaz ise hakkında bela ve musibet, gerek kendine gerek aile efradına isabet ettirilir. Kul güzelce sabrederse emal seviyesine ulaşır. Rabbini razı ve memnun eder.”
Şimdi burada Rahmetli Ağabey’imizin sözünü alarak hep bir ağızdan nutka gelelim. Letaifimiz yıldız gibi parlasınlar. Diyelim ki can-ı gönülden, “Bizleri sevgisinin kütüğünde doğrayan bu elin kimden geldiğini gördük. Öpüp başımıza koyduk; imanınız ve kulluğumuz kemal bulsun.” Ve yine Elhamdulillahi ala küllihal sival küfri veddalal (Küfür ve dalalet dışında eğer nimet eğer bela her halimize Allaha ezelden ebede HAMDEDERİZ.”
Kardeşlerim, inşaallah muvazeneyi ve tenasübü ihlal etmeden derli toplu yerli yerince ve kararınca izah edebilmişimdir.
Rabbimizin güzel esmasının tecellileri ete kemiğe bürünürken tenasüp, ziynet ve hüsün nurlarıyla parlıyor. Nazarımıza eğrilik büğrülük isabet etmiyor. “Hel tera min fütur” sırrı cereyan ediyor. 24. Mektub’un okumalarında ism-i Hakîm ve ism-i Vedud ve ism-i Rahim’den istimdat ile gönlüme, zihnime açılan manaları aktarmaya çalıştım. Tenasübü ihlal ettiysem Rabbim af etsin. Kardeşlerim de eksik bıraktığım pek çok yer var, tamamlasınlar. Kâmil kardeşimizin davet ettiği dua kardeşliğinde yer almak duasıyla Allah’a emanet olunuz. Bihürmeti Seyyid-il mürselin. Âmin. Velhamdulillahi Rabb-il âlemin.