Clicky

Seyda ile Görüşmek

Dr. Uğur Çini

Bir mecliste Seyda isminde güzel yüzlü orta yaşın üzerinde bir zatı gördüm. Bu güzel yüzlü kişinin adı Seyda Ünlükul idi. Ünlükul soyadı bir kısmımızın malumu Üstad Hazretleri’nin kardeşi, büyük âlim Abdülmecit Ünlükul ailesine aitti. Sonrasında öğrendim ki bu güzel yüzlü zat da Abdülmecit Efendi’nin torunu imiş. Seyda Ünlükul’u görmenin, sesini duymanın mutluluğunu yaşarken, böyle bir soya sahip olmanın ne büyük bir ikram olduğu düşüncesi aklıma geldi. Böyle maneviyat büyükleri ile nesebi bağın bambaşka bir ikram-ı ilahi olduğunu düşündüm.

Ancak sonrasında aklıma şöyle bir fikir geldi. Acaba dedim, “Ben de Sünnet-i Seniyye-i Muhammediye’ye (A.S.M.) tam uyum ve ittiba içerisine girsem, Efendimiz’in (A.S.) yapageldiği işleri yapsam, uzaklaştıklarından uzaklaşsam, bunun yanında mesela yine Sünneti Seniyyeye tam ittibaından şüphemizin olmadığı Üstad Hazretlerinin risalelerini hakkıyla idrak etmeye gayret etsem, acaba dedim ben de o nesebi bağa sahip mübarek insanlar gibi olabilir miyim, acaba benim de onların sahibi oldukları hazineden bir nebze hissedar olabilir miyim” diye düşündüm.

Bu düşüncelerle beraber yine Bediüzzaman Hazretleri’nin Lahikalar mecmualarındaki hitabet şekli de aklıma geldi: Aziz, sıddık kardeşlerim… Aziz sıddık kardeşlerim… şeklinde. Öyle düşündüm ki demek Hizmet-i Kur’aniye ve Sünnet-i Seniyye’ye ittiba dairesine sadakat gösterenleri Bediüzzaman Hazretleri izzetli kardeşleri olarak kabul ediyor. O samimi büyüklerimizden asla riya sadır olamayacağını düşünerek bu kardeşlik ifadesinin kalbi hissiyat noktasında adeta kandan gelen nesebi kardeşlikle neredeyse aynı olabileceğini düşündüm. Ki Üstad Hazretleri bir kısım talebesini, çok sevdiği yeğeni (biraderzadem diye ifade ettiği) Abdurrahman ile bir tutmakta, sen de merhum biraderzadem Abdurrahman yerine geçtin şeklinde ifadeleri bulunmaktadır.

Nesebî olmayan kardeşlik İSLAM içinde hiçbir kavmin sahip olamadığı güzellikte KUR’AN terbiyesiyle geliştirilmiştir. Hatta bu uhuvvetten kaynaklanan sebeplerle çok kardeşler bulan bir insan nesebî kardeşleri hiç olmasa da buna üzülecek değildir. Her zaman ALLAH (c.c) bizleri kardeşler yaptı diye şükredeceğiz.

Kuş Sütü / Ahmed İhsan Genç

Bediüzzaman Hazretleri de, (bazı araştırmalarda ortaya çıktığı gibi) hem seyyid hem de şerif olmasına karşılık bir mahkeme savunmasında şöyle ifade ediyor: Hem mahkemede Denizli Ehl-i Vukufu, bazı şakirdlerin bu itikadlarına göre, bana karşı demişler ki, “Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirdleri kabul edecekler. Ben de onlara demişim: ‘Ben kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahirzamanın o büyük şahsı Al-i Beytten olacaktır. Gerçi manen ben Hz. Ali’nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım. Ve Al-i Muhammed (a.s.m.) bir manada hakiki Nur Şakirdlerine şamil olmasından ben de Al-i Beytten sayılabilirim.  Buradan şöyle düşündüm ki, nesebi bağ olmadan da manen Al-I Beytten olma imkanı bulunuyor.

Yine bu yazının hatırası için şu kısmı da Seyda Ünlükul’un Muhtereme validelerinin ağzından alıntı olarak vermek isterim:[1] Suad Ünlükul Amcası Bediüzzaman’ı ziyarete gitti: Sene 1959. Üstad’ın, ismini Seyda koymamızı söylediği oğlumuz yeni doğmuştu. Kırıkkale’de bulunan bir akrabamızın yanına saatlerce tren yolculuğu yaptıktan sonra bin bir meşakkatle gelmiştik. Suad bey amirlik sınavına girmek istiyordu. O dönemdeki şartlar malum, hem maddi hem manevi baskı altındaydık. Bu arada eşimin tayini Konya’ya çıktı. Eşim Suad Ünlükul kayınpederime, ısrarla amcası Bediüzzaman’a gitmek isteğini söylüyordu. Aldığı cevap ise hep aynıydı: “Bak oğlum görüşmeye gidersen seni memuriyetten alırlar. Biliyorsun Seyda’nın akrabalarına memuriyet yasağı koydular. Beni bile memuriyetten aldılar. Bir de sen amir olmak istiyorsun. Bırak sen amir olmayı, memuriyetini bile yakarlar.”

Buna rağmen Eşim Suad Bey, şefkat abidesi babasına hissettirmeden Konya’dan Emirdağ’a gitti. Emirdağ meydanında isimlerini şu an hatırlayamadığım Üstad’ın hizmetinde olan iki kişi Suad Bey’i karşılamışlar; “Suad Bey hoş geldiniz, Üstad sizi bekliyor” diyorlar. Eşim şaşırıyor, “Ama amcam benim geleceğimi bilmiyordu, nasıl olur?” diyor. “Üstad’ımız seni almak için bizi yolladı” diyorlar. Bu sözler kendisini daha da şaşırtarak heyecanla yola koyuluyorlar. Üstad’ın kaldığı eve geldiklerinde heyecanı doruk noktasına erişen eşim Suad Bey bunları bana anlatırken bile sanki o anı yaşıyordu.

Eşim o andaki gibi eli ayağı titreyerek gözlerinden süzülen yaşlarla anlatmaya devam etti: “Elim ayağım titriyordu, amcamı görecektim. Bütün zorluklara rağmen amcamın kapısındaydım. Kapıyı çaldım ve içeri girdim. Bir anda gördüğüm manzara beni çok etkilemişti. Orta büyüklükte bir oda, yerde ince bir kilim, ayaklarınızı bile uzatamayacağınız kadar küçük boyda bir yatak ve onun üzerinde oturan AMCAM. Beni görür görmez ‘Suad’ım’ diye daha elini öpmeme fırsat vermeden boynuma sarıldı ve başladı ağlamaya. ‘Beni akrabalarıma hasret bıraktılar’ dedi ve çok ama çok ağladı. İçimizdeki o hasretle birbirimize sarılıyor ve beraber ağlıyorduk. O anda içimizde kopan fırtınaları anlatmak o kadar zor ki…”

Böyle diyordu eşim. Zaten bunu söylemesine gerek yoktu. Anlatırken her hali bunu ispatlıyordu. Üstad’ın canından bir parça gibi gördüğü -eşimin kardeşleri olan- Fuat ve Nihat ağabeylerle ve kız kardeşi Hanım’la ilgili Risale-i Nur’daki ifadeleri, eşimin anlattığı bu tablo ile birleştirilip Üstad’ımızı göz önüne getirip canlandırdığımızda elbette insanın içi burkuluyor.”

Bu tablodan Üstad Hazretlerinin aile efradına olan derin özlemini de gözlemlemek elbette mümkün, belki de talebelerinin etrafında olması ile bu özlem duygusunu bir nebze teskin ediyordu.

Nesebi kardeşlik ve dini kardeşlik hususlarını düşünürken, Rabb’imizin, “İnananlar mutlaka ki kardeştir.” ayeti kerimesi aklıma geldi elbette. Sonrasında şöyle düşündüm; “Nasıl ki insanların bir kan bağı var ve bu kan bağı ile akrabalık ve kardeşlik hissiyatı tesis oluyor. Buna benzer bir şekilde acaba bir manevi kan bağı da var mıdır? İnananların tümü sanki aynı ağacın birer dalı, veya aynı ağacın farklı dallarının meyveleri midir” diye düşündüm. Acaba dedim bir maneviyatta ileri giden kimselerde bu iman kardeşliği, nesebi kardeşlik duygusunu geçebilir miyim diye düşündüm. Yine aynı şekilde Sahabe Efendilerimizin “Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah” şeklinde Peygamberimiz’e (A.S.M.) hitap şekillerini düşündüm. Demek gerçekten de iman noktasında erişilen kemalat noktasında dini kardeşlik nesebi bağı manen aşabilme durumu olabileceği düşüncesi bende oluştu.

Demek ki inananların ayet-i kerimede ifade edilen kardeşlik ifadesi, temsili bir kardeşliği değil, gerçek ve hakiki bir kardeşliği, hatta ebedlere ulaşan bir kardeşliği ifade ettiğini düşündüm. Bunu hissen de idrak etmeye yaklaşmanın yollarını aramam gerektiği hissi bende vücud buldu. 

Demek ki inananların ayet-i kerimede ifade edilen kardeşlik ifadesi, temsili bir kardeşliği değil, gerçek ve hakiki bir kardeşliği, hatta ebedlere ulaşan bir kardeşliği ifade ettiğini düşündüm. Bunu hissen de idrak etmeye yaklaşmanın yollarını aramam gerektiği hissi bende vücud buldu. 


[1]Bu kısım Sorularlarisale.com’dan alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir