Her yerden, her şeyden, her hadiseden hakikati devşirebilmek mümkündür. Camiden Allah’a giden yollar olduğu gibi, ticaretten de okuldan da O’na giden yollar vardır. Aile içi bir anlaşmazlığın etkilerinden de yaşanan bir iflastan da Allah’a çıkan yollar bulunur. Hastalıktan da şifadan da Allah’a vasıl olunabilir. Manzaraya bakarken Allah’a yaklaşılabildiği gibi felakete bakarken de O’na yaklaşılabilir.
Kur’ân-ı Kerîm, “Her nereye dönseniz Allah’ın vechi oradadır.” buyurmaktadır (Bakara, 115). İnsanın bilinç gözü kesintisiz bir şekilde Allah’la muhatap olarak yaşam sürme imkân ve yeteneğine sahiptir. Asa-yı Musa gibi her nereye vurursa oradan ilim ve marifetullah suları çıkartabilecek bir varlıktır insan.
Cenab-ı Hakk’ı hatırlatan her şey zikirdir. Sadece tespih etmek değil, O’nu hatırlamak da, ilahi isimlerini tefekkür etmek de, düşünmek de zikirdir. Bu çağrışımları yapacak doğrultuda fiillerde bulunmak da zikirdir.
Yoldan bir taşı kaldırmak, bir insana teselli vermek, selam vermek veya gülümsemek… Bunların her biri kendi içinde Cenab-ı Hakk’a insanı yaklaştırabilecek etkinliklerdir.
Küçük işlerde ihlas ve samimiyet vardır.
Büyük işlere ait hissiyatlara riya ve kibir karışabilir ama küçük şeylerde hem bu riskler çok küçüktür, hem de küçük şeyleri ihlasla yaparken Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğüne yapılan vurgu daha yüksektir.
Büyük şeyler biraz da gerekli, lüzumlu diye yapılır. Dünyanın, insanlığın, milletin geleceği açısından önemli olduğu için büyük şeyler Allah rızası haricinde başka motivasyonlar da taşır.
Ama kimsenin olmadığı bir odada, yerde yuvarlanmış sırt üstü çırpınan bir karıncayı düzeltme çabası, insanı Allah rızasına erdirme potansiyelini daha çok taşır kendi içinde. Ne kimse anlar, ne kimse bilir, ne de karşılığında kimse över.
Kur’ân-ı Kerîm “Vesileler arayınız” buyurur (Maide, 35). Cenab-ı Hakk’a giden yolda vesileler aramak insanın vazifesidir. Vesilenin küçüğü, büyüğü olmaz. Çünkü vesile kendisi için var değildir, vesile olacağı hedef içindir. Aynı hedefe vardırdıklarında küçük vesileyle büyük vesile arasında bir fark kalmayacaktır.
İnsan ibadetle de, ilimle de, cömertlikle de, sevgiyle de, başkalarına hizmetle de Allah’a yaklaşır. Fakat her insan bu kavramlardan her biriyle aynı derecede ilerleyemez. Cimri bir insan Allah’a, cömertlikle daha hızlı yaklaşır. Çünkü cimriliği onun zaafıdır, onu yenmeye başladığında, dikey bir yaklaşım sergilediği için dikey yükselişe geçer. Korkak bir insan cesaret üzerinden Allah’a daha hızlı yaklaşabilir. Gönlünde dünyevi makam mansıp sevdası olan bir insanın Allah’a yaklaşması bu kof sevdasını terk etmekle olacaktır. Öfkeli bir insan, en çok öfkesini yutmakla yükselir. Zaaflarının farkına varan insan Allah’ın onun hangi kestirme yollardan yaklaşmasını dilediğini de tespit etmiş demektir.
İnsanlar, zayıf yönlerini idrak etmede pek başarılı değillerdir. Çünkü insanın odağı dış çevreye kaymıştır. Günümüz insanı başkalarının özelliklerini detaylarına kadar merak ederken, kendi fıtratının özellikleri konusunda merak ve çaba içerisinde değildir. Hayranı olduğu şarkıcının hayatını, takip ettiği futbolcunun hangi ayağının daha güçlü hangisinin daha zayıf olduğunu, onların aile hayatlarını, hangi konularda başarısız hangi konularda başarılı olduklarını bilen günümüz insanı, kendi özellikleri hakkında en basit bilgilere dahi sahip olmaktan uzaktır.
“Kendini bilen Rabbini bilir” sırrınca bir insanın kendini tanımadığı müddetçe, Rabbini tanıması, hayatı ve maneviyatı anlayabilmesi olanaksızdır. Zayıflık diye gördüğü yanları kişinin Cenab-ı Hakk’la ilişki kurmaya yarayan en elverişli ve kestirme imkânlardır. İşte bu yüzden insanın zaafları hem tuzak hem hazinedir.
Ebu Cehil’e kaybettiren şey kibirdi ama o bu durumu değerlendirseydi, onu en yücelere çıkaran, onun cehaletle değil hikmet ve faziletle anılmasını sağlayan şey, yine onun kibrini terk etmesi olacaktı.
Niyetini geniş tutan, vâsi rahmetle zenginliğe erişir.
KUŞ SÜTÜ