Mektup No:4
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Kadıköy, 23 Haziran 1999
Allah’ın Resulü’nün sevgisiyle kalbi doldukça dolası, letâifinin o nurlarla daha çok inbisat edesi, muhterem, mübarek, nurlu kardeşim,
Anadolu’muzda “Mevlid” ayı denilen mübarek Rebiülevvel’in içindeyiz. Yarın değil öbür gün Velâdet-i Nebî’nin (a.s.m.) yeni bir gecesine feyizlerle, nurlarla, sevinçlerle ulaşmış olacağız. İnşaallah hakkımızda mağfiret ve rahmet vesilesi de olur.
O velâdet ki kâinatın doğuşu sayılır, zübde-i âlem, çekirdek-i aslî, en kâmil meyve-i münevver vücuda geliyor, hakikî bir “nur” yumağı halinde zâhir oluyor. Gölgesiz ziyası etraf-ı âfâka, semalara vurdukça O’ndan dîde- i huffâş rencide olurken, saidlerden meydana gelen münevver ruhlar ordusu bu inkılab-ı azîmi, muntazır oldukları hadise-i Ahmedî’yi “iyd-i ekber” (en büyük bayram) ilan ediyorlar ve meleklerle beraber tebrikleşiyorlar. Bundandır ki sizleri kalpler dolusu tebrik ediyorum, hakkımızda şefaat-ı uzmâ diliyorum.
Nur-u Muhammediye’den feyizlerle dolası kardeşim,
Beşeriyet dairesinde O’nun gayrısı için bir mevlid, bir milat, bir doğum günü veya gecesi, bir velâdet tes’idi anlayışımda ters bir görüntü teşkil ediyor, kendimi makul bir izahla tatmin edemiyorum, bilmem ki hata mı ediyorum? O’nun hürmetinden nâşi hatadar olsam n’ola ki… İnsanların en şereflileri, kudsîler kafilelerinin imamları O’nun için “Fedâke ebî ve ümmî” demediler mi?
Sönen hayatların, zayi olan yılların hesabına mumlar yakıp ve üfleyip, söndürmeler ne kadar da ahmakça, cahilcedir. Güler misin ağlar mısın?
Bu geceden içindir ki ehl-i sema yeryüzüne iniyor.
Bu geceden içindir ki gözümüz aydın.
Bu geceden içindir ki saadetimiz payansız.
Bu geceden içindir ki ruhlarımız şad oluyor.
O’nun hakikî şahsiyetini, manevî mahiyetini gören gözler gibi görebilsem de “Huz bi yedî yâ Resulallah” diyebilsem. “Ey Sahib-i Kevser, ey Sâki-i Hidayet” deyip, boynumu büküp, derdimi dökebilsem, ağlasam, ağlasam… Kadem-i pakinin bastığı yerlere tekrar tekrar yüzümü sürebilsem, ah! Toprağını gözlerime sürme yapabilsem!
Dua et kardeşim, dua et!
“Feleğin burçları saltanat tacımın üstünde dizilmiş mücevherler olsaydı yine de senin hizmetkârlarının kapısında onların köleleri olmaya razı olurdum” diyenlerin kesinlikle mübalağası yoktur. Öyle düşünen ve söyleyen o sultanlar, gerçek saltanatın ne olduğunu ve kimde olduğunu açıkça görmüşlerdir. Ruhları O’nun muhabbetiyle dolmuştur. Rabbim bizleri de bu kemale bu anlayışa terakki ettirsin.
O يَدُ اللَّهِ فَوْقَ اَيْدٖيهِمْ ’in mazharına merhaba…
تُعَزِّرُوهُ “O’nu yüceltirsiniz, son derece hürmet edersiniz” şerefinin sahibine merhaba.
تُوَقِّرُوهُ “O’nun büyüklüğüne kâil olursunuz”u istikbal edip ruh-u canımız bildiğimiz Zât-ı Kerîm’e merhaba…
تُعَزِّرُوهُ anlayışına, idrakine katılmamak mümkün mü?
Çünkü Rabbimiz böyle istiyor.
O zarurî güzelliklerin kemal-i şaşaasını aksettiren “Güzel” ne müstesna bir güzeldir! Ya Rabbi… O’nu,
Bir Güzel geldi dünyaya,
Sebep O’dur bu ihyaya,
Cevap oldu her rüyaya,
Gördü cennet ve Cemâl’i,
Güzelin budur kemali
kusurlu ifadelerimle selâmlıyorum.
Beraberce yolunu bulmak, yolunda yürümek, yolunda ölmek temenni ve dualarımla “gözünüz aydın” diyorum.
طَلَعَ الْبَدْرُ عَلَيْنَا
diyebilmek ne büyük bahtiyarlıktır.
طَلَعَ النُّورُ عَلَيْنَا
طَلَعَ الشَّمْسُ عَلَيْنَا
AHMED İHSAN GENÇ