“Aldığınızı aldığınız yere koyun” demekten bıkmıştı Zeynep.
Kullandıkları tabak-bardaklar salonda,
Okul çantası koridorun bir köşesinde,
Kirli çoraplar büfenin üstünde..
O da bıkmıştı söylemekten ama “söylesem de söylemesem de olmuyor” diye düşünürken kapı kırılıyormuş gibi çalınışıyla kendine geldi.
“Ah Ahmet, ah! Yine almadın anahtarı di mi?“ diye söylenerek açtı kapıyı Zeynep. Ahmet kapı açılır açılmaz elindeki çantayı bir tarafa fırlatıp banyoya giriverdi.
Yemek hazırdı zaten. Sofraya oturmuş Ahmet’in gelmesini bekliyordu Zeynep. En sonunda geldi oturdu sofraya Ahmet. “Bu sefer sormayacağım elini yıkadın mı diye?” geçirdi içinden. Sessizlik hâkimdi sofrada.
Ahmet sessizliği bozarak, “Anne! Öğretmenim ADALET konusunu araştırmamızı istedi. Bana yardımcı olur musun? diye sordu. Cevap vermeden yemeğe devam etti Zeynep. Ahmet her seferinde yapması gerekenleri yapmayıp, yapmaması gerekenleri de yaparak kızdırıyordu Zeynep’i. Annesinin sessizliğinden anlamıştı hemen olup biteni.
**********
Sonbaharda güneşli bir Pazar günüydü. Bu güzel tatil gününü değerlendirmek için kırlara pikniğe götürmüştü ailesini Ali bey. Etrafı kamışlarla çevrili ufak bir göl kenarına getirmişti onları. Daha hasadı yapılmadan görsel şölenden nasiplenmelerini istemişti çocuklarının. Onlar da şehrin betonundan kırlara gidince çayır çimen görmüş kuzular gibi oynayıp zıplıyorlardı…
“Baba… Baba…” diye bağırarak geliyordu Ayşecik. “Babacım! Bunu keser misin?” deyip elindeki pet şişeyi uzattı. Daha babasının sorduğu sorulara cevap bile vermesini beklemeden acele ile göl kenarına gitti. Ne kadar süre geçti bilinmez; üstü başı çamur içinde geldi. Elindeki kesik pet şişenin içinde bir şey vardı tam seçilemeyen…
Babasının yanına geldiğinde her şey anlaşıldı…
“Baba, ne olur minik kurbağayı eve götürelim. Söz, ben bakacağım ona …” diye yalvarıyordu Ayşe…
***********
Bir yandan yürüyorlar bir yandan da derin sohbete dalmıştı iki arkadaş. Daha doğrusu biri daha çok konuşuyorken diğeri dinliyordu; monolog demek daha doğru olur sanırım.
Öyle hararetli hararetli anlatmaya dalmıştı ki en yakın arkadaşının yanında olmadığını çok sonra fark etti. Sağına soluna baktı ama göremedi. Arkasına döndüğünde ise epey arkada ona doğru koşarak geldiğini gördü. Nefes nefese kalmıştı Leyla.
-“Kusura bakma ne olur. Yerdeki taşı koyacak bir toprak parçası arıyordum. Ama sonunda buldum. Kaldırıma dikili bir ağacın dibine bıraktım…
Allah korusun birisi görmese takılıp düşebilir…”
*************
Yaz mevsimi en sevdiği mevsimdi Sevde’nin. Çünkü en sevdiği meyveler o mevsimdeydi; erik, şeftali, kayısı, kiraz… Ne varsa hiç dayanamazdı. En kızdığı şey ise TOHUM niteliği taşıyan çekirdeklerinin çöpe atılmasıydı. Hiç üşenmeden mutfağında bir kova ayırmıştı bütün meyve çekirdekleri için.
Çöpe atmalarına izin vermiyor, “onlar çöp değil TOHUM” diyordu..
**************
ADALET, yalnızca hüküm verirken veya karar alırken uyulması gereken bir haslet olduğunu zanneder insan çoğunlukla. Böyle düşündüğü için de; Bazen ADALETİ; kalem gibi yazı yazmak için bir araç gibi görmekten, tozlu sayfalara gömülmüş tarih gibi belli bir zamana hapsetmekten, ulaşılması imkânsız dağın zirvesi gibi görmekten; kendini alıkoyamaz.
Ve böylece Hibrit tohum oluverir ADALET..
Oysa hayatımın her anına ekeceğim ata tohumdur o.
Öyle ki; her atılan adalet tohumu, adaletli karar ve davranışlar olarak neşvünema bulur. Ve
“Her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibi” (Bakara, 261)oluverir ADALET.
Mesele tohumu atmaktır.
Peki, “ADALET” nedir?
Hayatın her anında nasıl adaletli olur insan?
ADALET’in kelime anlamı:
Hak edene hak ettiğini hak ettiği kadar vermektir.
Bazen, o şey neyse hakkını ona teslim etmek,
Bazen o şeyi olması gereken yere koymaktır.
İlk adımı ise kendi kendine soru sormaktır:
Bunun yeri neresi?
Bu neyi hak ediyor?
Bunun ihtiyacı ne?
Eee… Soruyu ben sorarsam cevabı kim verecek?
Bi deneyin görün derim..
Soru varsa her zaman cevabı da vardır.
Hemen bu soru oyununa başlayalım mı, ne dersiniz?
İlk sorular benden. Ama sonrakiler sizden… (yorumlara yazmanızı merakla bekliyor olacağım.)
-Bu kirli çorap nereyi hak ediyor?
-Bu kurbağanın yeri neresi?
-Bu okul çantasının yeri mutfak mı?
-Taşın hakkı toprak mı kaldırım mı?
-Hazır bir sofranın hakkı bekletilmek olabilir mi?
-Meyve çekirdeklerinin ihtiyacı çöp tenekesi mi toprak mı?…
Soruları arttırabiliriz:
Ataletten vazgeçmeden Adalet sağlanır mı?
Atalet, hareketsizlik, durağanlıktır. Zıddı ise hareket olsa gerek.
İlk adımdan hemen sonra harekete geçip;
“Beni ilgilendiren ne varsa” yerli yerine koymaya başlasak nasıl olur? Bi bakalım her şey yerli yerinde mi?
Çevremde “Adaleti”ne kadar sağlayabilmişim?
– Adaleti en güzel temsil ile her şeyi yerli yerine ve ölçülü olarak koyan hayatıyla adaletin de en güzel timsali ve misali kimdir?
– Efendimiz ve onu sünneti ya da Kur’an ve Sünnet her şeyi yerli yerine koyuyor herhalde. 🙂
Teşekkürler
– Adaleti en güzel temsil ile her şeyi yerli yerine ve ölçülü olarak koyan hayatıyla adaletin de en güzel timsali ve misali kimdir?
– Efendimiz.
Ya da Kur’an ve Sünnet her şeyi yerli yerine koyuyor herhalde. 🙂
Teşekkürler