Şu sıralarda dostluklar üzerinde ciddi olarak, mümkün olabildiğince derinlikli düşünmeye başladım.
Dostlukların şahıstan şahısa büyük farklar gösterdiğini anlamakla beraber genelinde zarurî ve mecburî olan büyük bir makam ve merkeze bağlanabilmişse o cinsten dostluğun şemsiyesi altına giren; dostluk, bir ağaçsa onun dalları, yaprakları sayılan kısımlar da onunla bağlı olmasından o ağacın kök ve gövdesi kadar değerlidir. Son derece kıymeti hâizdir.
Kitaplarımızda böyle müstesna bir dostluğun ancak ALLAH için ve de O’ndan dolayı O’nun dostları için olabileceği açıkça ifade edilmiştir. Nitekim Allah’ın dostları O’nun dostlarıyla dost olurlar. Ve O’nun dostlarının dışında dost ve dostluklar aramazlar. Dal ve yapraklar kabilinden olan dostluklarda da samimiyetsiz, katıngılı, bulaşık dostlukların kıymeti yoktur. Dost olan dostunun nazarında büyüktür. Onu (dostunu) izzet makamında görür. Yakışıksız, çürük işleri onun izzetine karşı araya sokmamaya çalışır. Allah için olan dostluklar ve muhabbetlerde de O’nun rızasına en uygun, en nezih münasebetler tesis edilir, temin edilir. Katiyyen bu fâniyat, bu gelgit dünyası içinde ebedîleştirilmek istenen dostları ve dostluklarını yakalayabilmek ve koruyabilmek hiç de kolay değil.
“Cânımı cânan eğer isterse minnet cânıma
Cân nedir kim onu kurban etmeyim cânanıma”
Veya dostu için
“Âşinalıktan mıdır ya HAKK’ı sevmekten midir
Cismimi her kadem bin kez yararlar ağrımaz”
diyebilenlerin mizanı ile dostluklar hiç de ucuz değil. Onun bedeli bazen bir CÂN olur.
Dikkat ettim, insîlerden Allah’a dostlukla yakınlıklarına ihtimal verdiğim veya o dostluğa terakki edebilmelerinde faydalı olabileceğim zannıyla bir kısım dostları ve dostluk namzetlerini buldum. Aramızda iyice pişirilip, mükemmel bir olgunluğa ulaşması için bu cinsten dostluklar (hakkım helal olsun) hem hayalimi, hem aklımı, hem kalbimi, hem ruhumu, belki de bütün duygularımı meşgul ediyor. İsteyerek ve severek böyle dostluklar için manevî âlemimde yer ayırıyorum, zaman ayırıyorum. Kendi kendime çok genç olduğum yıllarda “Dost için dosta varmalı… Dost için Allah’a yalvarmalı” diye mırıldanıyordum.
Bu dostane muhabbetler ve münasebetler kâinatın varlık sebebi olan Muhammedî muhabbetten akseden çok parlak bir gerçektir. Böyle bir dostluk, yakınlık ve muhabbetin (medarını) vesile ve yolunu bulan kimseler şükrünü eda edemeyecekleri kadar en büyük bir nimete ulaşmışlardır.
Gerçi bu zamanımızın insanları muhtemelen insanî zaaflar sebebiyle veya dünyanın dünyalık şarhoşluğu içinde (Belki dünyamdam bir kayba uğrarım endişesiyle) bu yüksek dereceli dostluklara fazla yaklaşamıyorlar, maalesef bilerek böyle muhabbetlere karşı kalplerinin kapılarını kapayanlar da var. Onlara
“Ez Muhabbet mürde zinde mi künend”[1]
diye bu nurlu hakikat de nasıl bir diriliş müjdesi bulunduğunu masumiyet kulağına ezan okunuşu gibi ruhuna üflemek lazım.
Ahmed İhsan Genç
Not: Bu mektup telefon görüşmesi sırasında yazdırılmıştır.
[1] Muhabbet ölüyü diriltir. Bu beyit Mevlana Hazretleri’nin Mesnevî’sinde geçer.
İnsîlerden Allah’a dostlukla yakınlıklarına ihtimal verdiğim veya o dostluğa terakki edebilmelerinde faydalı olabileceğim zannıyla bir kısım dostları ve dostluk namzetlerini buldum. Aramızda iyice pişirilip, mükemmel bir olgunluğa ulaşması için bu cinsten dostluklar (hakkım helal olsun) hem hayalimi, hem aklımı, hem kalbimi, hem ruhumu, belki de bütün duygularımı meşgul ediyor. İsteyerek ve severek böyle dostluklar için manevî âlemimde yer ayırıyorum, zaman ayırıyorum. Kendi kendime çok genç olduğum yıllarda “Dost için dosta varmalı… Dost için Allah’a yalvarmalı” diye mırıldanıyordum.
Ahmed İhsan Genç / Açık Mektuplar, Mektup No: 67