Okuduğum günden bu yana cazibesine kapıldığım, mütalaasından zevk aldığım, hissiyat ve letâifimin önüne açılan bir maide-i maneviye, bir sofra-yı semaviye olarak gördüğüm ve telakki ettiğim ve fakat makam-ı âliyesini bihakkın anlatmaya kadir olamayacağım bir hazineler meşheri, Rububiyet burcundan yağan her bir esma nurlarının meraya-yı binihayesi…
Öyle ki “İkinci Şua ile gözlerimi maneviyat şenliğine açılmış buldum” desem yeridir… Hadsiz manaların diğer risalelerden süzülüp geldiği bir mecma-i ekber işte yeniden yeniye karşımda duruyor…
Ramazan, feyizlerle bereketlerle geldi.. Maneviyatımızın baharı müminlerin gönüllerinde tomurcuklanmaya öncesinde başlamıştı zaten, şimdi ise sümbülleri neşvünemaya durdu duruyor..
Kur’an Nurlarını bu manevi mevsimde “tecessüd etmiş bir ruh, adeta uhrevi bir adam” olarak okumanın tam zamanıdır öyleyse diyebiliriz..
Her risalenin her bir kardeşimin nazarında ayrı bir yeri ayrı bir hatırası muhakkak vardır.. Beslendiği, feyizyab olduğu, teselli ve tiryak olarak bulduğu Nurların hangi bir parçasını açsa okusa sair zamanlara nispetle sümbüllerin letaifinde uç verdiğini aynelyakin müşahade edecektir..
Kardeşlerim, Halıkımızı (c.c) kâinat mezahir ve merayasında kemalâtı ile bize tanıttıran İkinci Şua’yı okurken Üstadıma (r.a) dahi an be an hayran olmaktan kendimi alamadım.. Bu nasıl bir okuyuş, bu nasıl ihatalı bir nazar.. Allah’ım, her gelen kulun kudret kaleminle yazdığın bu kitabını okumuş amenna.. Ama bu çok farklı hecelemek, kekelemek.. okuyamadığım yerler de var manasına gelebilecek duraksama kabilinden en ufak bir acemilik yok.. İlhamatına her daim mazhar müeyyed bir Zat-ı Nurani ve bihakkın Varis-i Nebi (a..s) olduğu öylesine açık ki..
Tam burada bir sual akla gelebilir: “Böylesine cesim ve maneviyat âlemlerinde ucu bucağı görünmeyen bir sofraya da herhalde herkesi buyur etmezler.”
El-Hak yerinde bir sual.. Cevabı da tek kelime, an şart: “LİYAKAT”
Nurların halis ve liyakatli birinci talebesi Hulusi Ağabeyin (r.a) söyleyişiyle, “DERSİNE LİYAKAT KAZANMAK İÇİN NURLAR bizlerden fütursuz mesai ve halis niyet” bekliyor..
Hayatlarıyla bu fütursuz mesainin hakkını veren Üstadımızın ders arkadaşlarından biri de merhum Ahmed İhsan Ağabeyimizdi.. Beraberliğimizin ilk yıllarında idi, bir gün baş başa iken sual etmiştim..
“Ömrünüzde hiç şevkinize gayretinize kesilme geldi mi?”…
Cevabı “hiç olmadı” şeklinde gelmişti..
Kardeşlerim! Nurların birinci muhatabı Hulusi (r.a) Ağabey, -her birerlerimizin elvah-ı mahfuza hükmündeki hafızalarımıza kaydedelim- bakın ne diyor: “Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar keşke enfas-ı madude-i hayattan (ömrümün sayılı nefeslerinden) sayılmasa idiler..
Nurların hakiki bir talebesi, hakkı bu surette görmüş, gördüğü gibi de beyan etmiş.. Öyle ise gelin “Nurlar”sız nefes almayalım, “Nurlar”sız adım atmayalım, ta selefimiz olan o mübareklere layık hayırlı halefler olabilelim..
Kardeşlerim, Rabbimizin bütün âlemlerinde cilvelenen hüsünleri, kemalleri, aşku iştiyakla bu celevâtı hüsn-ü istikbal edecek kulları beklerken, içinde yer aldığımız cem’iyet-i Nuraniyeye yakışan bir tavrı ubudiyetkârane gösterelim bir vaziyeti marziyye alarak…
Bu karşılamaya koşalım.. Unutmayalım, bu sayılı nefeslerimizle mübayaasına giriştiğimiz “Darul Huld”tur, ebed yurdudur.. Her nefesimizin karşılığı sonsuz olacaktır.. Bir ağaçtaki meyveler gibi, bir bahçedeki çiçekler gibi, her biri kehkeşanın halka-yı kübrasında yer tutmuş yıldızlar gibi cemiyetli, nuraniyetli, manen hüşyar ve hayattar kullar olalım.. Hem halimizle hem kâlimizle, “İyyake na’budü ve iyyake nestain” diyelim.. Ta kâinat sizin kemâlatınızla iftihar etsin..
Bugün ehl-i Nura nazar ediliyor ve biiznillah görülüyor ki semavat ü zemin onların cemaat-i nuraniyesi ile iftihar ediyor.. Efendimiz (a.s) iftihar ediyor, Rabbimiz (c.c) iftihar ediyor.. Hadsiz hudutsuz kibriya ve azametini müşahade eden nihayetsiz kemalâtına müştak ve müteşekkir bahtiyar kullarını rahmetinin hususi teveddütanına mazhar eyliyor..
“Vücuhun yevmeizin nadıretün ila Rabbiha nazırah” burcundan nurlar yağdırıyor da yağdırıyor simalarına.. Öyle ki göz kamaştırıyorlar elhamdülillah..
Ahir zamanda şarktan garba nurlanmadık bir karış yer bu bahtiyarların dünyasında bulunmamakta.. “yedikleri-içtikleri-yattıkları-kalktıkları-baktıkları-gördükleri serapa Nurdur her hallerinde” diye basiret ehlinin nazarlarına kendilerini tahsinlerle, tebriklerle arz etmektedirler.. Maşaallah..
İşte ey kardeşlerim! İkinci Şua öyle bir hidayet sofrasıdır ki kevnî ve insanî kemalâtın anahtarlarını okuyucusunun eline veriyor. Hallak-ı bimisalin nihayetsiz kemalâtının sofralarını önümüze açıyor âlemler genişliğinde.. Bu hidayet nurlarıyla nurlanan başta Üstadımız olmak üzere bütün ağabey ve kardeşlerimizle dünya güzergâhımızdan ebedlere uzanan yolculuğumuzda hamdlerle, marifetlerle, tatlı sevmeler, güzel istihsanlarla, şifalı ve hayretli tefekkürlerle anen feanen rızıklandık ezelden ebede.. Halık-ı Rahimimize daimi hamdettik.. Şahs-ı manevimizin istidatına mazhariyet-i münkeşife istedik bir çekirdeğin duası gibi Nurlarla nefes alıp verdiğimiz her bir anımızda.. Dünya hayatımız hitama erip ahiret hayatımız feth-i suret ve feth-i mana ile açıldığında o muti raiyetin Sultan-ı Ezel ve Ebedi öyle ikramlar ve ihsanlara o şayeste kullarını mazhar edecek ki ne göz görmüş ne kulak işitmiş ne de kalb-i beşere hutur etmiştir. Amenna..
Ramazanın feyziyle, daha ziyade kalbî bir musahabe oldu.. İkinci şuanın rengine boyandık sizin anlayacağınız.. Nazar-ı müsamaha ile bakmanızı rica ediyorum Efendimize binihaye salavat ile velhamdülillahi Rabb-il âlemin.