Hayatta her birimizin, çalışıp çabalayarak ulaşmak istediği bazı hedefler vardır. Gayretlerimiz neticesinde istediğimiz sonuca bazen kısmen bazen de tamamen ulaşırız, kendimize göre bir başarı elde ederiz. Sonuçta ulaştığımız bu başarı, -bizim kendi gayretlerimizden bağımsız olarak veya çok az bağımlı olarak- Allah tarafından bize ihsan edilmiş bir muvaffakiyettir. Veya başka bir deyişle hususi bir yaratılıştır. Yani bir bütünün vücuda gelmesi için bütün sebepler bir araya gelse de yine o bütünün vücuda gelmesine ve hayat bulmasına, muvaffakiyetine hüküm verecek bir irade Allah (cc.) tarafından verilmedikçe o işte tam manasıyla bir başarı ortaya çıkmayacaktır. Allah’ın hususi yardımı ve muvaffakiyeti varsa, sebeplerin de bir araya gelmesi zaten kolay olur. En müşkül gibi gözüken sebepler bir araya gelir, beklentilerimizin çok ötesinde hem de kolay şekilde tezahür eder. Biz de maksadımıza muvaffak oluruz.
Bazı insanlar, bazı konularda diğerlerinden daha başarılıdır. Yani bazı kimseler, o konuda başarılı olan kimselere kıyasla, daha çok çaba ve gayret göstermesine rağmen, o hususta o kişi kadar başarılı olamayabilir. Elbette, o başarıya ulaşan kişilerin de başarılarının altında gayret ve çaba vardır, ancak onların o başarıya ulaşmasının perde arkasında çoğu zaman o kişiye özel bir güç ve bir sır vardır. İşte bu sır, o kişinin bilerek veya bilmeyerek yaptığı bir duanın veya dualarının meyvesi olarak ortaya çıkar. Bazen de hiç ummadığımız bir kişinin duasının tezahürü olarak ortaya çıkabilir. Cenab-ı Hakk, hikmeti de iktiza ederse, o sırra binaen kuluna o işte hususi bir muvaffakiyet verir de artık o kul onunla diğerlerine fark yapacaktır. Halk arasında buna kısaca “Allah ona, ‘Yürü ya kulum!’ dedi.” derler.
Örneğin, gözünü haramlardan korumaya çalışan bir genç düşünelim. Bu genç her gün kendine söz veriyor, gözünü haramlardan korumak için ahdediyor. Bu ahdinde kısmî bir başarı elde etse de kimi zaman gözü kayıyor, bir türlü arzusuna tam muvaffak olamıyor. Ancak içinden Allah’a niyaz ediyor. “Ya Rabbi, ben güç yetiremiyorum, bana yardım et, bana edep ve hayayı öğret.” diye ihlasla yalvarıyor. Sonra bu dualarında sebat eden o gence birden hiç ummadığı bir muvaffakiyet veriliyor. O gencin gözü artık harama kaymıyor. O genç, bu başarının kendinden olmadığını, bu başarısının sırrının Allah’ın ihsanı olduğunu fark ediyor ve bu hususi ihsandan dolayı Rabbine hamd ediyor.
Başka bir genç, geceleri teheccüd namazına kalkmak istiyor. Bir türlü kalkamıyor, tembellik ediyor, uyanamıyor. Bu konuda Allah’tan yardım istemeye başlıyor. Sonra o genç, teheccüd namazına hiç zorlanmadan kalkmaya başlıyor. O iş ona kolaylaşıyor. O da bunun kendinden değil, Allah’ın bu hususta kendisine verdiği hususi bir muvaffakiyeti olduğunu anlıyor, bu nimetten ötürü enaniyet yerine Allah’a müteşekkir oluyor.
Bir diğeri, Allah yolunda hizmet etmek istiyor. Gayret gösteriyor, çabalıyor ama umduğu muvaffakiyeti elde edemiyor. Sonra Allah’a yalvarıyor, ihlasla duasında devamlı oluyor. “Ya Rabbi, beni hizmetinde istihdam eyle.” diyor. Sonra Rabbi, hikmeti de iktiza ederse, zamanı geldiğinde o kuluna hususi bir muvaffakiyet veriyor. Allah o kulun sözleri üzerinde farklı bir tesir yaratıyor. O kişinin sözleri, etrafında tesirli olmaya başlıyor, insanlar onun etrafında kümelenmeye başlıyor. O kul, bu tesirin ve kendisine gösterilen teveccühün kendi eseri olmadığını belki Allah’ın hususi bir muvaffakiyeti olduğunu fark ediyor, Rabbine hamd ve şükürlerde bulunuyor, nimetin devamı için duasına devam ediyor.
Bediüzzaman Hazretleri (r.a.) da yanında hiçbir kitap bulunmadığı ve hafıza gücünü en zayıf olarak hissettiği bir zamanda, hususi bir muvaffakiyetle, Risale-i Nur’un en uzun parçası olan “Mucizât-ı Ahmediye” risalesinde binden fazla mucizeyi ravileriyle birlikte yazmış. Yine ona verilen hususi bir muvaffakiyetle, Kur’an ve iman hakikatlerinin sırlarını en açık ve anlaşılır surette izah etme kabiliyeti verilmiş. Pek çok imkansızlıklara ve baskılara rağmen, çok kısa sürede 6000 sayfalık Risale-i Nur külliyatı ortaya çıkarak etrafında milyonlarca talebe toplanmış.
Bizler de güç yetiremediğimiz hangi husus varsa, bu sırrı anlayarak ister dünyevi ister uhrevi arzularımıza muvaffak olabilmek için Allah’tan tevfik ve yardım dileyebiliriz. Bu dualardan hemen sonuç alamazsak, dua kabul olmuyor diye vaz geçmemeliyiz. Duamızda devam ve sebat etmeliyiz. Bazen dualarımızın kabul olması hayır olduğu gibi bazen kabul olmaması da bizim için bir rahmettir. Hatta bazen dualarımızın kabul olmaması, dualarımızın kabul olmuş halidir. Bu hususta Allah’a tam bir güven ve emniyet içinde olmak gerekir. Bazen de dualarımızın neticesini uzun zaman sonra, bazen de ahirette görebiliriz. Örneğin, hayat boyu nefsi mutmain seviyesine ulaşamamış bir kişinin vefatından hemen önce bu mertebeye ulaşması onun için ne büyük bir muvaffakiyettir. O sebeple dualarımızı muvaffakiyetlerimizin esas sebebi bilerek dualarda ihlasla sebat ve devamlılık şartı vardır.
Ve minallahit tevfik. (Tevfik ancak Allah’tandır.)
maşallah