Rivayete göre Cevşen duası Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) Uhud Savaşı sırasında, savaşın çok şiddetlendiği ve zırhın Peygamber Efendimiz’i sıkarak çok bunalttığı bir anda Cebrail (a.s.) tarafından özel olarak indirilmiştir. Cebrail (a.s.) Peygamberimize üzerindeki zırhı çıkartmasını ve yerine bu duayı okumasını, bu duanın kendisinin üzerine giydiği zırhtan daha koruyucu olduğunu söylemiş ve onun diğer faydalarını ve hasiyetlerini aktarmıştır.[1]
Bediüzzaman Hazretleri de bu duayı “Kur’ân’ın hakiki ve tam bir nevi münâcâtı ve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit hülâsası olan münacât-ı Peygamberî” olarak tavsif etmişlerdir.[2] Kendisi de bu duayı ihmal etmeden hemen her gün okur ve talebelerine bu duayı sıkça okumalarını tavsiye edermiş. Dolayısıyla genelde daha önce fazla dikkat çekilmeyen bu mühim münacata Bediüzzaman Hazretleri dikkat çekmiştir ve bu dua günümüzde sıklıkla okunan mühim dua ve münacatlardan olmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri’nin sıklıkla okuduğu diğer mühim münacatların bir kısmının toplandığı derlemeye de Hizbü Envari’l-Hakaikı’n Nuriyye denir. Kısaca Büyük Cevşen olarak adlandırılır. Bu kitabın en sonunda da yine hulasa bir dua vardır. Bu yazıda asıl dikkatinizi çekmek istediğim nokta ise işte bu duadaki bazı kısımlardır.
Risale-i Nur’dan öğrendiğimize göre dua kulluğun özüdür. Kul dua ederken kendisini işiten bir Rabb’i olduğunu bilir ve bütün ihtiyaçlarını O’na arz eder. Duadan elde edilecek neticelerin meyveleri ise ilk planda dünya hayatından ziyade ahiret hayatına bakmaktadır.
Dualar aynı zamanda bir hatırlama, bir zikirdir. Aynı zamanda bazı duaların kendisi de hem öğreticidir, hem de Allah’ın diğer makbul kulları ile bir nevi bağlantı kurma, imanı cüzilikten çıkartıp külliyete çıkarma vesilelerindedir. İşte Büyük Cevşen’in en sonundaki dua bu çeşit, yani hem hatırlatan, hem öğreten hem de imanımızı cüzîlikten çıkartıp külliyete yükselten dualardandır.
Örneğin bu dua ile münacatta bulunurken Allah (c.c.)’nün razı olduğu o kadar çok vesileler zikredilir ki.. Cenab-ı Hakk’ın hem ism-i azamına, hem güzel isimlerine, hem Kur’an’a, hem Peygamberin sünnetine atıf yapılır. Sonrasında ise meleklerden hamele-i arş melekleri, Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil (aleyhimüsselam) melekleri vesile kılınır. Bu vesile sırasında her bir meleğin en önemli vazifesi zikredilir. Biz bu duayı yaparken bu meleklerin ismini zikretmekle hem o melek ile manevi bir yakınlık kurarız, hem imanın en mühim rükünlerinden olan meleklere imanımızı tazelemiş oluruz. Diğer taraftan ilgili meleğin vazifesini zikrederek yeni bir şey öğrenmiş de oluruz. Bu da bizim bu vazifelere karşı iştiyakımızı ve ilgimizi artırır.
Örneğin meleklerin en büyükleri vesile kılınırken şöyle deniyor duada: Hamele-i arş melekleri ve tesbihleri ve ibadetleri hürmetine; Cebrail (a.s.) ve emaneti hürmetine; Mikail (a.s.) ve vekaleti hürmetine; İsrafil (a.s.) ve Sur’u hürmetine; Azrail (a.s.) ve ruhların kabzı ve korunması üzerine..
Evet, hamele-i arş melekleri; yani arşı taşımakla ve Cenab-ı Hakk’ı azametine muvafık bir surette tesbih ve ibadet etmekle yükümlü olan meleklerdir. Cebrail (a.s.); onun en mühim vazifesi Kur’an emanetidir. Vahyi Efendimiz’e emin bir şekilde ulaştırmıştır. Mikail (a.s.) yeryüzünde vekil bir memur olarak Allah (c.c.) hesabına kevnî işleri yönetmektedir. İsrafil (a.s.) imtihanın bittiğini ilan edecek, Sur’a üfleyecektir. Azrail (a.s.) ruhları kabzeden ve onları emanet alan emin bir memurdur.
Hemen sonra peygamberlerin zikrine geçilir. Her bir peygamber, kendisine ait mümtaz yönüyle zikredilir. Örneğin Nuh (a.s.) ile gemisi ve duaları; İbrahim (a.s.) ile dostluğu; Lut (a.s.) ile gayreti; İsmail (a.s.) ile nesli; Yuşa (a.s.) ile Musa (a.s.)’a olan refakati; v.b. birlikte zikredilir.
Yine bu peygamberlerin her birisi ayrı ayrı zikredildiğinde hem her birisi ile ayrı bir manevi bağ kurulur, hem peygamberlere iman genişlenir ve cüzîyyetten çıkıp külliyete yükselinir, hem her bir peygamberin mümtaz vasfı anılarak o vasfın külliyetinden ruh ve kalbe ışıklar alınır, bir feyiz vesilesi olur.
Örneğin Yuşa (a.s.) refakati ile anılırken, biz sadece bu Peygamberi hatırlamış olmakla kalmayız, aynı zamanda kimi zaman Hak yolcularına ve davetçilerine yalnızca refakat etmenin bile ne denli mühim bir vazife olduğunu; refakatin, refakatçiliğin, Allah yolunda hizmet eden kimselere yardım etmenin, kol kanat germenin, hatta bazen hiçbir şey yapamıyorsak bile onlara güzel ve teşvik edici sözler söyleyerek yaptıkları hizmete gayretlerini arttırmanın ve morallerini yüksek tutmanın ne kadar kutsi ve insani bir vazife olduğunu hatırlar ve davranışlarımızı bu yönde yeniden düzenleme ihtiyacı hissederiz.
Sonuç olarak, Cenab-ı Hakk’a vusulün en hızlı vesileleri olan münacat ve duaların bu eğitici, öğretici, irşat edici ve imanı genişlendiren böyle güzel yönleri de var. Cenâb-ı Hakk’tan bizleri bu çeşit zengin dua ve münacatlara olan iştiyakımızı artırmasını ve onları aksatmadan her gün mühim vazifelerimiz olarak okuma hususunda gayret ve gücümüzü yükseltmesini niyaz ederiz.
[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/cevsen
[2] Risale-i Nur, 25. Söz, Emirdağ Çiçeği
Maşallah