Kalp, vücudumuzda merkezi bir konumdadır ve hayati vazifelere sahiptir. Bu organımıza sürekli hareket halinde olduğu için dönen, değişen manasında kalp denilmiştir. Korunaklı fakat hareket kabiliyetinin kısıtlanmadığı bir konumda bulunur. Kalbimizin atışını iradi olarak düzenleyemeyiz. Bununla birlikte kalp, her saniye kan pompalamaya devam eder. Kalp atım hızı ve kuvveti, tek bir hücremiz bile kansız kalmayacak ve hiçbir hücremiz yüksek basınçtan zarar görmeyecek şekilde sürekli hassas bir denge içinde ayarlanır.
Kalbin sağ tarafı, hücreler tarafından kullanılmış kanı alıp oksijenlenmesi için akciğerlere, sol tarafı ise oksijen oranı yüksek kanı tüm vücut hücrelerimize gönderir. Kalbin sol tarafından çıkan kanın oksijen oranı yüksek olmakla birlikte içinde bazı zararlı veya ihtiyaç fazlası maddeler bulunabilir. Bu maddelerin temizlenmesi ve su-mineral dengelerinin ayarlanması için kalbin sol tarafından çıkan kan, böbreğe gönderilir.
Kalbin, vazifesini sağlıklı bir şekilde yapabilmesi için hem belli ölçüde bir kuvvetle kasılabilmesi hem de belirli bir oranda gevşeyebilmesi gerekir. Bazı zararlı alışkanlıklar kalbimize zarar verir ve neticede gelişen kalp hastalıkları onun görevlerini sağlıklı bir şekilde yapmasını engeller. Vazifelerini etkili şekilde yapamadığında hayati organlara yeterli derecede kan gönderemez ve kullanılan kan geri çekilemediği için organlarda göllenerek çeşitli hasarlara neden olur. Kalbin kasılma kuvveti ve sıklığı, vücudumuzun durumuna ve ihtiyacımıza göre sürekli kontrolden geçirilir ve ayarlanır.
Manevi kalp ise his ve idrak kaynağımızdır. İyi ve kötü yönde hızlı bir şekilde değişebildiği için bu manevi azamıza da kalp ismi verilmiştir. Hislerin merkezi olan vicdan ve fikirlerin merkezi olan dimağ onun üniteleridir. Bediüzzaman Hazretleri (ks) bu duruma İşârâtü’l-İ’câz eserinde şu cümle ile işaret etmiştir: “Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır“. Bu kalp, metafizik boyutumuzun merkezi konumundadır ve tüm manevi azalarımızla irtibatlıdır. İman ve muhabbet gibi kuvveler onda yerleşir. Ruhun en önemli unsurunun kalp olduğu ifade edilmektedir. (Gazali, İhya)
Zihnimize gelen güzel ve çirkin düşünceler kalbimizi etkiler. Şeytanın fısıldadığı vesveseler bazen akıl ve kalbin kötülüğe yönelmesi ile neticelenir. Vicdan ise vazifelerin aksatılması veya kötülüklere meyledilmesi durumunda kalbi uyarır. Kalp, hayır ve güzellik üzere olduğunda vücuda temiz ve besleyici kanı pompalayan maddi kalp gibi manevi azalarımızı ve latifelerimizi besleyen ve geliştiren nurlar yayar. Selim akıl ve vicdan ise bu hususta kalbin yardımcı ve destekçisidir.
Manevi kalp çeşitli sebeplerle kirlenmeye başladığında bu defa da azalarımıza zarar veren ve onları zayıflatan kirli sinyaller göndermeye başlar. Bu hususta İmamı Gazali Hazretleri (ks) İhya’da şu ifadelere yer vermiştir:
“Evet, gerçekten de kalbin gıdası ilim ve hikmettir. O bunlarla hayat bulur. Bu sebeple, ilimsiz kalan kalp önce hastalanır, bu hal devam ederse o zaman da ölür. Ancak, sahibi onun ölümünü hissetmez. Çünkü dünya sevgisi ve meşguliyeti narkoz gibi onun manevî duyarlılığını bozup iptal etmiştir. Kendisi ölüp bu narkozun tesirinden kurtulunca kalbinin ölmüş olduğunu görür ve bundan dolayı büyük bir elem duyar. Fakat artık iş işten geçmiştir. İnsanlar bu dünyada uykuda oldukları için hakikî kayıplarını bilmezler. Ölmek suretiyle bu uykudan uyanınca tatlı ve acı bütün gerçeklerle karşılaşırlar.”
Kalbimizin kasılıp kan pompaladığını normal şartlarda hissetmeyiz. Ancak belirli düzeyde efor yapıldığında kalbin hızı ve kasılma kuvveti arttığı için onun çalıştığını bir süreliğine hissederiz. Çeşitli kalp hastalıkları geliştiğinde ise kalbin atışı rahatsızlık verici şekilde sık sık hissedilir. Kalp durduğunda ise tüm vücut hızla onu takip eder ve fonksiyonlarını yitirir.
Manevi kalbimiz vazifelerini normal şekilde yaptığında iyiliğe meyletme ve kötülükten rahatsız olma gibi hisler duyarız. Manevi kalbin hastalandığı ve öldüğü ise bu hislerin zayıflaması veya yok olması ile anlaşılır. Bu durum maddi vücudumuzun çalışmasına aşikâr bir etki yapmadığı için insan fiziksel boyutu ile bu manevi ölümü fark edemez. Bununla birlikte o nur kaynağından yoksun kalmak, diğer manevi latifelerimizin de karanlıklar içinde kalmasına, hastalanmasına ve hatta ölmesine neden olur.
Bu kirleri temizleyip kalbi fıtri haline döndüren ve dirilten tövbe ve istiğfardır. Efendimiz (sav) “Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tövbe ettiği takdirde cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği veya günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da gittikçe büyür, kalbi istila eder (Müslim iman 231-Tirmizi tefsir 75)” buyurarak bu manevi temizliğe işaret etmiştir. Kalbin iyiliğe yönelmesi için de dua ve salih amellere devam etmek gerekir. Efendimiz (sav) “Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!” buyurarak bu hususta duanın önemine dikkat çekmektedir.