Clicky

KUŞ KANADI

Çocuk var gücüyle taşı fırlatarak öfkesini çıkarmaya çalışıyordu acısını bastırmak için. Ağaçtan kaba yerinin üstüne düşmüş mor bir acının içinde kıvranırken can havliyle ulaşamadığı kuş yuvasına taşla ulaşmaya çalışıyordu. Bu bizim mahallenin haylaz çocuklarından Mete idi. Yine bir haşarılık düşünmüş, mahallenin oyun alanı olan arsanın köşesindeki dut ağacının yüksek dallarına yuva yapan kuşu gözüne kestirmiş. Ne yazık ki gücü yetmediği için yukarı dallara çıkamayarak yere düşmüştü. Elbette her yeri çizilmiş, ezilmiş canı çok acımış. Allah’tan bir sakatlık olmamıştı. Fakat halen kızgınlığı geçmemiş, ağacı tekmelemeye başlamıştı. Bu sefer ağrıyan yerleri daha çok sızlayınca da yere oturup ağlamaya başladı. Dalda bu hengamede yuvasını ve yavrularını korumaya çalışan kumru kuşu bir yanaşıyor bir uzaklaşıyor tam yuvaya konamıyordu. Annelerini gören yavru kuşlar ise avazları çıktığı kadar ciyaklayarak annelerine imdat mesajı veriyordu. Mete’nin biraz pes ettiğini fark eder etmez anne kumru yuvaya hızlı bir dalış yaptı ve yavrucukları kanadı altına aldı. Biraz teskin olmuşçasına sesler azalmaya başlamıştı. Fakat anne kumru hala diken üstünde dikkat kesilmişti. Kafasını ve gözünü hızlı reflekslerle bir oraya bir buraya çevirerek etrafı kolaçan ediyordu. Eee, kolay değil can pazarı. Ve can parçaları…

Mete, omuzları düşmüş, yanakları çamurlu, pantolonu delik, topallaya topallaya ayağa kalkıp yürümeye başladı. Arada bir dönüp dönüp burnunu çekerek göz ucuyla yuvaya göz atıyordu. Sadece yuvayı kanatlarıyla kaplayan kumru gözüküyordu, yavrular iyice sinmiş gözükmez olmuştu. Yavaş yavaş uzaklaşırken kızgınlığı burun deliklerinden ve diş gıcırtılarından anlaşılıyordu. Ve yanından geçtiği hiçbir şeyi ve kimseyi gözü görecek durumda değildi. Neyse ki bir arkadaşının sesiyle kendine geldi. 

– Mete… Mete… Ne bu halin. 

Çok sevdiği okul arkadaşı Kenan’dı bu. Fakat öfkesi ve acısı cevap vermesine engel oluyor, karşılık vermekte zorlanıyordu. Durdu. Sesin geldiği yana döndü. Sessiz bakarken Kenan yanına doğru koşup yaklaştı. Endişeli gözlerle çekingen ama yardım etmek istercesine sadece “Neyin var!.. Yardım edeyim…” diyebildi. Tam elini uzatmaya davranıyordu ki Mete aniden bağırarak, “Dur…” dedi. Her ikisi de taş kesilmiş gibi hareketsiz kala kaldılar. Acı çektiğini gördükçe dayanamayan Kenan hemen Mete’nin koluna girerek evine doğru sessizce yürümeye koyuldular. İkisinin ağzını da bıçak açmıyordu. Evin önüne gelince Mete durdu ve eliyle ” tamam sen git.” dercesine elini hareket ettirdi. Kenan geri geri birkaç adım attı ve sonra dönüp uzaklaştı. Ama uzaklaşana kadar dönüp dönüp Mete’ye bakmayı da ihmal etmiyordu. 

Mete zile bastı ve annesi kapıyı açınca bir çığlıkla telaş içinde Mete’yi tuttuğu gibi çekyata oturttu, sonra da yastık koyarak uzattı. Titrek bir sesle, “Ne bu halin yavrum?…” diyebildi şaşkınlığından. 

– İyi misin?.. Doktora gidelim mi? 

dedi korkarak. Fakat, Mete biraz rahatlamış olarak gerek olmadığını, sadece acı duyduğunu ifade ederek ağaçtan düştüğünü söyledi. İçi rahat etmese de, “Peki, o zaman sen dinlen, ben buradayım, ihtiyacın olursa seslenirsin.” dedi annesi…

Mete hem acının hafiflemesi ile hem de bu yorgunluğun ağırlığıyla uykuya daldı. Annesi de gelip gidip dolanarak kontrol ediyordu. Uyuduğunu görünce oda biraz rahatladı. 

Mete uykuya dalınca gözlerini burada kapadı rüya âleminde açtı. 

Uzaktan kalabalık bir güruhun tozu dumana katarak kendine doğru geldiğini gördü. Biraz korktu biraz meraklandı. Yalnız gelenler biraz garip görünüyorlardı. Sanki kuşa benziyorlardı, ama çok da yabancı değillerdi. Annesi ve babası dahil bütün akrabaları büyük bir gürültüyle yaklaşıyorlardı. Önlerde Kenan’ı da gördü. Bu işte bir tuhaflık vardı. Bunlar akrabalarıydı fakat kuş şekline girmişlerdi. Gagaları, tüyleri, kanatları, kuyrukları sanki kuş olmuşlardı. Gele gele Mete’nin önünde durdular. Çok geçmeden arkadan gümbürdeyerek yuvarlanıp gelen koca bir taşı göstererek onu da tuttukları gibi tekrar koşmaya başladılar. Mete, o zaman farkında oldu ki kendi de kuş olmuştu. Kimse konuşmadan koşa uça taşın önünden kaçmaya ve kurtulmaya çalışıyorlardı. Ve nihayet yüksek bir ağacın dalı onlara sığınak oldu. Sonrasında hemen herkes çalı çırpı getirip çarçabuk yuva yaptılar. Mete’yi içine koyup etrafında durdular. Annesi yuvaya girerek kanadını Mete’nin üstüne koydu ve sıcacık bir şefkatin yumuşacık güveni içinde sararak içine soktu. Mete, anne kanadı altında hiç yaşamadığı bir hazzı hissetmekteydi. Annesi de başını çevirip gagasını tüylerinin arasına sokarak, “hu hu” demeye başladı. Mete o zaman kendilerinin kumru kuşu olduklarını fark etti. 

İşte bu sırada sıçrayarak uyanıverdi. Titriyor, bir yandan kolunu ayağını kontrol ediyor, dilini çıkarıyor, başını kontrol ediyordu. Tüyleri olup olmadığını elini tenine sürerek yokluyordu. Bu telâşeli ve garip hareketlerini göz atmak için gelen annesi görünce önce anlamadı. Seslenmek istedi fakat Mete şoktaydı. Sonrasında yanına gelip oturdu ve sakinleştirerek kucakladı, sinesine bastı, göğsüne yasladı. Sımsıkı sarıldı. Kuşun yavrusunu kanatları altına alırcasına içine aldı. Bu arada kendine gelen Mete de annesine iki koluyla sarılıyor ve ağlayarak, “Bir daha asla. Bir daha asla…” diyerek sayıklıyordu…

İkisi de konuşmuyorlardı fakat öyle bir duygu yüklenmişlerdi ki pencereye konan kumru kuşunun bile dikkatini çekmişti… Annesi de, Mete de ağlayarak sevgilerini paylaşmanın sevinciyle odayı sanki kuşkanatlarının sessiz çırpınışlarının büyülü atmosferi doldurmuştu… Dalga dalga yayılan bir şefkat sanki dünyayı saracak kadar büyümüştü… 

Ana kucağı, rahmet ve şefkatin mücessemidir.

Kuş Sütü / Ahmed İhsan Genç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir