Clicky

Mülteci Sorununa Farklı Bir Bakış: Tozlaşma ve Kültür Birliği

Büyük kâinat kitabı, Kur’an’ın cisimleşmiş halidir. Kur’an’ın içindeki her bir ayetin yansıması kâinatta cari olduğu gibi, kâinattaki her bir varlık ve ayet de yaş ve kuru hiçbir şey hariç kalmayacak derecede Kur’an’da mündemiçtir. Yaşadığımız her gün, her asır ve ister içtimai, ister siyasi, ister iktisadi her hadise Allah’ın kelamı olan ve sonsuz manaları taşıyan Kur’an’ın farklı bir yorumu ve tefsiridir.

Bu açıdan, kâinat ve Kur’an birbirinin ikiz kardeşidir denebilir. Birisi şeriat-ı fıtriye denen kevnî şeriatı ifade ederken, diğeri de münzel şeriat olan şeriat-ı münzeleyi ifade eder. Her iki şeriatta tenakuz ve çelişki yoktur, birbirinin tamamlayıcısı ve açıklayıcısıdırlar. Cenab-ı Hakk hakkında tam marifet elde etmek isteyen mü’min, Rasulullah Efendimiz’in (a.s.m.) talimi altında her iki şeriatı da mütalaa etmelidir.

Örneğin, kâinat kitabına baktığımızda, tozlaşma denen ve bitkilerin rüzgârlarla döllenmesini sağlayan bir hadise vardır. Bizim çoğu zaman farkına varmadığımız ve anlam veremediğimiz rüzgârların çok farklı çeşitlerinden kimisi bazen sonbaharda yere düşen yaprakları temizleme görevini yerine getirirken, kimisi rahmet taşıyan bulutları bir yerden bir yere sevk ederken, kimisi de bitkilerin erkek organının bıraktığı polenleri, diğer bitkilerin dişi organlarına taşıyarak döllenmeyi sağlarlar. Rüzgârın bu önemli vazifesine kimi zaman yağmur ve diğer hayvanlar ve böcekler de yardım ederler. Bu sayede bazen çok uzaklarda bazen tepelerde bile, tek başına açmış yalnız bir çiçeği görürüz, kim bilir o çiçekçik belirli bir program, kudret, kasıt ve irade sonucu esen hangi rüzgârın uçurduğu minik bir polen tanesiyle aşılanmıştır.

Bu sayede bazen çok uzaklarda bazen tepelerde bile, tek başına açmış yalnız bir çiçeği görürüz, kim bilir o çiçekçik belirli bir program, kudret, kasıt ve irade sonucu esen hangi rüzgârın uçurduğu minik bir polen tanesiyle aşılanmıştır.

Aynen bunun gibi, çoğu zaman anlam veremediğimiz, hikmetin çözemediğimiz pek çok gündelik olayla karşılaşırız. Bunlar siyasi, coğrafi, sosyolojik ya da iktisadi olabilir. Hatta bu olayların arkasında çoğu zaman insanoğlunun zalimane hükümleri, yanlış tasarrufları ve fıtrat dışı müdahaleleri de olabilir. Öyle ki bu gayr-i fıtri müdahaleler yer küremizi herc ü merce getirecek, birbirine katacak müdahaleler de olabilir. Ancak bu olaylar her ne olursa olsun bizim bilmemiz gereken tüm bu olayların perde arkasında, hatta dış görünüş itibarıyla en çirkin gözüken şeylerin perde arkasında dahi kusursuz bir hikmet ve güzellikler saklı olmasıdır. Bu anlam veremediğimiz ve hikmetini çözemediğimiz meselelerden birisi de mülteci sorunudur. Ancak, Rahmanî bir bakışla bu meseleye baktığımızda dışarıdan mühim bir sorun gibi gözüken bu hadisenin perde arkasında saklanmış güzellikleri ve hikmetleri iman dürbünüyle görmeye başlayabiliriz.  

Evet, günümüzde, pek çok toplumun ister istemez maruz kaldığı önemli gündemlerinden birisi mülteci sorunudur. Kimi zaman iç-dış savaşların korkunç yüzünden, kimi zaman baskıcı zalim idarelerin tasallutundan kaçan mültecilerin iltica ettikleri toplumda ortaya çıkardığı siyasi, iktisadi ve sosyal problemlerin ilk başta çirkin gibi gözüken perdesinin arkasında kaderi program itibariyle nice hikmetler ve güzellikler saklıdır. Elbette, o toplumun siyasi erki ve idarecileri, bu süreci toplumları namına o topluma en az zarar verecek ve en fayda verecek şekilde yönetmekle mükelleftirler. Bu olay sadece kaderi bir anlayışla tüm mesuliyeti kadere yüklemek şeklinde ele alınamaz. Ancak biz, bu konuda siyasi irade sahibi olan siyasilerin tasarruflarını ve mesuliyetlerini onlara havale ederek, bizim irademiz dışında gelişen bu olayın kaderi planda bizlere ne anlatmak istediğini anlamaya çalışacağız.

En son söyleyeceğimiz en baştan söyleyelim, sonra bunu açmaya çalışalım. Dünya tek ve ortak bir kültür ve medeniyet birliğine doğru hızla yol almaktadır. Bu ortaya çıkacak yeni medeniyet tüm insanlığın ortak medeniyeti olacaktır. Mültecilerin son yıllarda sayılarının artması, daha iyi koşullarda yaşamak isteyen göçmenlerin Avrupa ve Amerika’ya göçlerinin çoğalması gibi sebepler, yukarıda örneğini verdiğimiz tozlaşma örneğine güzel bir örnektir.

Bilhassa son iki-üç yüz yılda ortaya çıkan ve kısmen Roma İmparatorluğunun emperyal ruhunu taşıyan Batı medeniyetinin ve kültürünün hemen her toplumda mühim bir kültür erozyonuna yol açtığı ve o kültürleri yutmak derecisine geldiği yadsınamaz bir gerçektir.  Ancak bu ortamda hem Avrupa-Amerika’ya ilticaların artması, hem göçmenlerin çoğalması gibi sebepler, mevcut ve hazır medeniyetin diğer kültürler ile aşılanması ve kaynaşması sonucunu ortaya çıkarıyor. Her toplum, ister-istemez kucak açtığı bu yeni kültürleri de misafir ediyor. Onların bir kısmını kendi kültür ve medeniyetine kabul etmese de, bunlardan bazılarını güzel ve zararsız bularak kabul ediyorlar. Böyle gittikçe kaynaşan ve iç içe geçen kültürler arasında ortaya çıkan alış veriş sonucunda dünyanın her yeri gittikçe homojen bir hale geliyor. Dünyanın farklı bölgelerindeki kültürel uçurumlar kapanıyor. Yani, tüm dünya, gittikçe aynı anlayış seviyesinde tek bir dersin talebesi olabilecek kıvama doğru hızla yol alıyorlar.

Bu şekilde alış verişlerin arttığı, ortak aklın ve vicdanın hâkim olduğu, insanların birbirini tanıyarak kaynaştığı ve uyumlu yaşamaya başladığı ortamda Hucurat Suresi’nin 13. Ayeti tahakkuk ediyor. “Ey İnsanlar! Biz sizi birbiriniz daha iyi tanıyasınız diye farkı toplum ve kabilelere ayırdık” diye buyuran Cenab-ı Hakk tüm insanların birbirleriyle daha iyi kaynaşmalarını ve tanımalarını emrediyor. Ayetin hem devamında ise ırk ve soy bakımından kimsenin birbirine üstün olmadığını “Allah katında en değerli olanınız Allah’a en iyi kulluk yapanınızdır” ilavesiyle gösteriyor. İşte ahir zamana doğru, bu kaynaşma ve bütünleşme, inançta ve yaşayışta gittikçe birbirine benzeme ve birleşme hadisesi Mehdiyyet hadisesinin bir tezahürü olarak süratle devam ediyor.

Dolayısıyla, mülteci sorununa yaklaşırken, gündelik kısır ve şeytani siyasetlerin etkisinden kurtularak mü’minâne ve rahmanî bir nazarla bu meseleye tekrar bakmalı ve değerlendirmeliyiz. Bu değerlendirmeyi yaparken bizi yanlış yönlendiren ve kararlarımızı etkileyen ideolojik, ırkçı ve aşırı milliyetçi arka plandan kendimizi kurtarmalıyız. Bunu yapabilmek ise içinde bulunduğumuz zamanı ve o zamanın getirdiği değişimleri tanımamıza bağlıdır.

Boyutlarını henüz tam manasıyla kavrayamadığımız zamanın mühim bir âlimi olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal” diyerek büyük bir değişimin arifesinde olduğumuzu tüm dünyaya ilan etmişti. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının hemen öncesinde görmüş olduğu mühim rüyada ise Ağrı Dağı infilak ediyor, parçalara ayrılıyor, tüm dünyaya yayılıyordu. Osmanlı’yı çevreleyen tüm surlar yıkılıyor ve Kur’an başka bir koruyucuya ihtiyaç duymaksızın kendi kendisini müdafaa etmeye başlıyordu.

Buradan anlaşıldığı üzere, artık Kur’an’ı ve İslam’ı koruyacak kollayacak resmi kurumlara ve devletlere ihtiyaç kalmamıştır. Coğrafi ve siyasi sınırlar ortadan kalkmıştır. Artık sathı müdafaa tüm yeryüzüdür. Kur’an tüm yeryüzünde nurunu kendisi ilan edecektir-etmektedir.

Bu sebeple, yukarıda bahsettiğimiz kültür kaynaşması cereyan ederken, ortak aklı ve vicdanı esas alan toplumlar her gün fark ederek-etmeyerek Kur’an ve İslam aşısı ile aşılanacak, onlardaki güzellikleri keşfedeceklerdir. Günümüzdeki işte bu göçmen ve mülteci hadisesi de bu sürecin kemale doğru ilerlemesinden, ya da bir rüzgârın polenleri farklı bir bölgeye taşımasından başka bir şey değildir.

Sadece bugünkü mevcut istatistikî değerler [mevcut göç, iltica ve doğum oranları] hesaba katıldığında bile gelecek elli yıl içerisinde Avrupa’nın çok önemli bir kısmının Müslüman nüfustan oluşacağını söylemek mümkündür. Bugün hem Avrupa hem Amerika ve Kanada gibi ülkeler, bünyelerinde yaşayan Müslüman nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak babında ezan, namaz, bayramlaşma ve bayram izinleri gibi İslamî pek çok şeairî kendi öz kültürlerine entegre etmeye başlamışlardır.  Son olarak Birleşik Krallığı’nın futbol takımlarından olan Blackburn Rovers’ın sahasını Bayram namazına açması ve resmi hesabından bayram tebriği yapması haberi ve Birleşik Krallık’ta Londra’da Tower Bridge’de Ramazan’ın son cuması ezan okunmasına müsaade edilmesi ya da Birleşik Amerika’da hızla çoğalan camiler gibi çok sayıda örnek bu entegrasyonun birkaç örneğidir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, hem kendi ülkemizde hem tüm dünyada yaşanan ve kriz gibi gözüken bu hadisenin perde arkasında da [beşerin tüm zulüm ve fıtrat dışı müdahalelerine rağmen] kusursuz bir adalet ve hikmet kaderi bir plan ve program dâhilinde cereyan etmektedir. Dolayısıyla [bu süreç yönetim tarafından en etkili şekilde yönetilmelidir] aşırı milliyetçi ve ideolojik duygulara kapılmadan mülteci meselesine Kur’anî bir bakışla yeniden bakmalı ve değişimi okuyarak sınırları ve coğrafyaları olmayan yeni Kur’an medeniyetinde Arap-Acemi ne kadar millet varsa kavgasız, patırtısız ve uyumlu olarak yerimiz almalıyız. Eğer bu süreçte bireysel olarak kendimize bir hedef belirlememiz gerekiyorsa bu ancak Kur’an’ı zamanın şartlarına göre mükemmel anlamak, tam bir mü’min olabilmek ve temsil makamına çıkarak özellikle Avrupa ve Batı Medeniyetine karşı gerçek ve doğru bir Müslüman prototipi oluşturmak olmalıdır. Ancak bu şekilde Bediüzzaman Hazretleri’nin bundan yüz yıl önce Emeviye Camiinde verdiği Şam Hutbesinde tüm Arap ve İslam âlemine vermiş olduğu şu müjde tahakkuk edecektir:

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.

Sen arabî, ben acemî, cümlemizi taşır gemi.

Kuş Sütü / Ahmed İhsan Genç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir