Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.
Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.
Rahman Suresi 55. Ayet
Klasik manada anlaşılacağı üzere ayette geçen bu uyarının birinci muhatabı ticari hayatta tartıyı hile ile bozan, karşısındakini aldatarak haksız ve haram bir kazanç elde etmeye çalışan kimselerdir. Ancak biz Kur’andaki herhangi bir ayetin bütün hayatı kuşatıcı özelliğinden faydalanarak ve ayetlerin sonsuz manalara hamil olduğunun bilincinde bu açık uyarıyı başka bir açıdan değerlendireceğiz. Cenab-ı Hakk bütün kainatı ve kainat içinde canlı, cansız bütün nesneleri öyle mükemmel bir denge üzerinde yaratmıştır ki zamanın en küçük birimi olan bir an-ı seyyalede o denge bozulsa herşey herc u merc olur. Bu denge kanunu o kadar mühimdir ki hakikati İsm-i Azam’ın altı nurundan ikisi olan Adl ve Hakem isimlerine dayanır*. Allah’ı (cc) bütün esmasıya gösterebilir cami bir fıtratla yaratılan insanın da bu isimleri layıkı ile gösterebilmesinin yolu hayatının her kesitinde, her işinde bu dengeyi kurabilmesinden geçer. Bu dengeyi ticari, sosyal, ailevi ve şahsi hayatımızda kurmamız gerektiği gibi aynı zamanda fıtramıza derc edilmiş his ve duygular olan korku,sevgi, şefkat, hüzün, sevinç vb gibi yüzlerce latifelerimizde de kurmamız gerekir. Çünkü bu duygu ve latifelerin fıtramıza yerleştirilmesinin asıl sebebi Rabbimizi bütün esma ve sıfatlarıyla tanımak ve yarattığı eşyayı ve hadiseleri her duygumuzla tartarak O’nu daha iyi tanımak ve O’na daha külliyetli ve cami bir ayna olarak meleklerin dahi yapamadığı tesbih ve hamdleri yapmaktır. Fakat bize verilen bu duygu, his ve latifelerin mahiyetini ve asıl vazifelerini anlayamazsak, ve bu duygularımızda dengeyi kurup koruyamazsak, ayağa kalktığında dengesini koruyamayıp yere yuvarlanan bir kimse gibi biz de maddi ve manevi hayatlarımızda yuvarlanırız.
Bu dengeyi kurmamız gereken önemli hislerimizden birisi de “hiss-i havf ” denilen korku duygumuzdur. Bu duyguda eğer dengeyi kuramaz isek hayat yaşanılmaz bir hal alır ve aslında hayata hizmet etmesi için verilen bu duygu tam tersi yönde hizmet etmeye başlar. Bu dengeyi kuramayanlardan bazıları korku sebebiyle evden dışarı adımını atamaz, hayatta en küçük bir risk alamaz, küçük ihtimallerde ölüm riskini öylesine gözünde büyütür ki o ölüm riski hayatı kendisine zindan eder.
Bu duygumuzla baş edebilmemizin ve onu hakiki vazifesine yönlendirmemizin yolu öncelikle Rabbimizin
bize neden bu duyguyu verdiğini bilmemizden, sonrasında ise onu alternatif hangi duygular ile dengeleyebileceğimizi bilmekten geçer. Korku hissi bize verilmiştir, çünkü o his olmasa idi insan hiç bir zaman kendisini hedef alan maddi ve manevi tehlikelerden sakınma ihtiyacı duymayacaktı. Korku hissi olmasaydı dışarı çıktığımızda soğuktan korunmak için üzerimize bir şeyler alma ihtiyacı duymayacaktık, geceleri yattığımızda zararlı ve zehirli canlılara karşı önlem almayacaktık. Anne ve babamız bize zarar verecek bir şeyden sakındırmak istediğinde yada mühim bir yanlışımıza mani olmak için bizi tehdit ettiğinde buna hiç aldırış etmeyecektik. Aynen bunun gibi korku hissi olmasaydı, adeta dünyada bulunuşumuzun en birinci sebebi olan imtihan sırrı ortadan kalkacaktı, çünkü Cenab-ı Hakk’ın kullarını ateşten sakındırmak ve tekemmüllerini sağlayacak onca tehdit ve uyarının da hiç bir anlamı kalmayacaktı.
Korku hissinin hiç olmadığı bu gibi durumlarda denge bozulacağı gibi aynı şekilde korku hissinin gereksiz şişirilmesi
ve abartılması da dengeyi bozar, insanlarda psikolojik ve manevi bir çok hasara yol açar. Insana düşen ise ayetteki uyarıya kulak vermek ve ikisi arasındaki dengeyi tam kurabilmektir. Bunun yolu da korku hissini dengeleyecek diğer duyguları harekete geçirmek ve Kur’anı bütün yönleriyle anlayacak bir ilime sahip olmaktır. Örneğin aşırı korku ve endişe hissini dengeleyebilecek duygular İman, Reca (ümit), Muhabbet (sevgi), Şefkat, İtimad, Adalet gibi duygulardır. Aşırı korku hissini dengelemek için fıtramızda derc edilmiş bu alternatif duyguları hemen yardıma çağırmalıyız. Örneğin iman duygumuz bize herşeyin dizginini elinde tutan ve herşeyin ancak O’nun dilemesi ile yaratılan bir yüce yaratıcının
olduğunu hatırlatır, dolayısyla hemen O’na sığınır ve O’ndan yardım dileriz. Reca yani ümit duygumuzla Allah’ın bize vadettiği güzel şeyleri hatırlarız. Muhabbet ve şefkat duygularımızla bu duyguları içimize yerleştiren Zat’ın aslında ne kadar Vedud ve Rahim olduğunu düşünürüz. Aynı şekilde O’nun ne kadar adaletli olduğunu hatırlar ve O’nun yüce adaletine itimad eder, bize asla haksızlık etmeyeceğini biliriz. Işte asıl maharet bütün bu duyguları bir eczacının marifetiyle her ilaçtan gerektiği kadar dozda koymasını sağlayacak hassas bir terazinin tartısıyla kullanmak, dengeyi ve mizanı hiç bozmamaktır. Işte o zaman fıtramızdaki bu duyguları tam manasıyla kullanmış, onları hakiki vazifesi olan Rabbimizi bütün isim ve sıfatları ile tanımamızı sağlayacak hassas aletler ve tartılar konumuna yükseltmiş oluruz.
Bu duygumuz ile baş etmenin diğer önemli bir yolu da ilimdir. Insan çoğu zaman bir şeyden sadece onun mahiyetini bilmediği için korkar. Eğer korktuğu şeyi tam mahiyeti ile bilebilse ve aslında onun korkulacak bir şey olmadığını anlasa ona karşı korku ve endişesinin ne kadar boş olduğunu anlar. Örneğin ölüm korkusunun hızla yayıldığı günümüzde eğer insanlar ölümü hakiki mahiyeti ve iç yüzüyle görseydiler ondan korkmak bir yana onu gülerek karşılayacaklardı. Evet, ölüm hayat vazifesini yaptıktan sonra ücretini almak üzere verlen bir terhis, bir paydostur. Sonsuz beka alemine giriş ve oraya daha önce göç etmiş büyüklerimize ve ahbablarımıza bir visal ve kavuşma kapısıdır. Dünya hayatındaki geçici, kayıtlı ve sönük bir hayat yerine, sonsuz, kayıtsız ve çok parlak yeni bir hayata geçiştir. Işte ölümü bu
hakiki yönleriyle bilen mü’min bir kişi ölümden asla korkmaz. Tabii ki burada da dengeyi sağlamak çok mühimdir, çünkü ölümün bu güzel ve gerçek yüzünü bilen mü’min onu şiddetle istemek yerine sonsuz beka aleminin tarlası hükmünde olan dünya hayatının uzamasını ve onda daha fazla hizmet, gayret göstererek ebedi hayatının daha çok parlamasını ister. Ölümün ise tamamen Cenab-ı Hakkın yaratmasıyla ve kendisi için takdir edilen en uygun zamanda geleceğini bilerek o zamana kadar elinden gelen kulluk vazifelerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. Mü’min korkusu ölümün kendisinden değil, fakat ona layığıyla hazırlanamamaktır.
Allahu Teala’nın insanları bu kadar donanımlı alet ve hislerle techiz ederek dünya hayatına göndermesinin ve onu zorlu imtihanlarla baş başa bırakmasının sebebi onun tekemmül ederek potansiyel insandan, hakiki insan olan İnsan-ı Kamil rütbesine çıkmasını murad etmesidir. Insanın bunu başarabilmesinin tek yolu ise iradesini doğru kullanabilmek ve bu iradeyi doğru kullabilmek için gerekli ilimi elde etmektir. Insanın fıtratındaki mündemiç latifelerin hem inkişaf ettirilmesi, hem de denge de tutulması bu iki şeyle olur. Tabi bu iki şeyi kolaylaştıracak çok güçlü bir iksir vardır ki, O da insanın duası ile Tevfik-i ilahi’yi talep etmesidir. Bu üç şey bir arada olursa Allah’ın izniyle yollar açılır. Rabbimiz bizleri dengeyi kuracak ve her işinde dengeyi gözetecek kullarından etsin! Amin!
*İsm-i azamı taşıyan altı ismin altı nuru hakkında tafsilatlı bilgi almak isteyenler Risale-i Nur Lemalar kitabının 30. Lem’asını tedkik etmelidir.
Maşallah