Clicky

İ’CAZ-I KUR’AN’I BEYAN ET

*Bu yazı Ahmed İhsan Genç’in, Bediüzzaman Hazretleri’nin görmüş olduğu mühim bir rüyada almış olduğu manevî emri yorumlamış olduğu dersin Veli Güvendi tarafından kayda geçirilmesiyle hazırlanmıştır.

1.Dünya Savaşının hemen öncesi, Osmanlı’nın en çalkantılı ve yıkılmak üzere olduğu zamanlar, siyasi hava karışık, Anadolu halkının üzerinde tedirginlik ve korku hakim. Bediüzzaman Said Nursi mühim bir rüya görür:

Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir, O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.” Birden o halette iken baktım ki mühim bir zat, bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et.”

Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılabdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak ve namzet olduğumu anladım.Madem i’caz-ı Kur’an’ı bir derece beyan, Sözler’le oldu. Elbette o i’cazın hesabına geçen ve onun reşehatı ve berekâtı nevinden olan hizmetimizdeki inayatı izhar etmek, i’caza yardımdır ve izhar etmek gerektir.

RİSALE-İ NUR, 28.MEKTUP, YEDİNCİ RİSALE, YEDİNCİ MESELE

Gelin bu dehşetli rüyanın yorumunu Risale-i Nur şarihi Ahmed İhsan Genç Hocamız’ın ağzından kendi orijinal ifadelerinden dinleyelim:

(Konuşma kaydından geçirildiği için bu yazıyı anlatım dili ile okumak gerekir)

Harb-i umumiden evvel ve ondan da önce bir vakıa-ı sadıkada görünen yani çok sağlıklı, sıhhatli bir rüya suretinde görülen rüya bu ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altında bu rüyanın sahibi… Anadolu son asırda içtimaîde de ve siyasîde İslam’ın dünyaya karşı en mühim bir merkezi olmuş. Anadolu’nun akıl ve beyin gibi bir vazifesi var. Öyle bir zaman da, böyle bir zat, rüyasında hem de sadık bir rüya olan rüyasında… Ararat Dağı’nın altında… Bu ne demek? O bir mümessil ise o dağ o milletin başına çökmüş, üzerine çökmüş. Yani içtimaide, siyasîde ve hayatta hadiseler o kadar bunaltıcı, o kadar sıkıntılı, yük de ağır. Hiç kimse o Ararat dağının altından kendi gücü ile kalkamaz. Onun için kader-i İlahi onun istikbalini, o dağ yükünün altından kalmak hadisesini, o dağı parçalayarak gösteriyor. Yani bir mana da o yük milletin üzerinden kalkıyor, hafifliyor, altında ezilmekten kurtuluyor… Biliyoruz ki, Nübüvvetin kırk altıda biri (cüz olarak) Rüya-yı Sadıka suretinde zuhura gelmiştir. 6 ay devam etmiştir… Onun için Rüyayı Sadıkalar vahye Nübüvvetin zıllinde olarak en yakındır. Nitekim bu da istikbalde ki hadiseler ile ne kadar parlak hakikatli bir gerçek olduğunu göstermiş. Aynen zuhura gelmiş. Evet o dağın müthiş infilak etmesi adeta o milletin üzerindeki hadiselerin ne kadar dehşetli olduğunun habercisi. O zaman o dağ aynı zaman da bir tahassun yeri. Bir millet böyle dağ gibi arzın direklerinin bulunduğu yerde iskan ediyor, orda yaşıyor… Fakat o dağ parçalanınca “Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıtıyor”. Dehşetli bir hadise var… O zaman her türlü sıkıntılarda Cenab-ı Hakk rahimiyetini, şefkatini beşere, bilhassa adem nesline analarının şefkati ile gösteriyor. Orada hazır bulunan ana şefkati ile o hadiseden dehşet alıyor. Yani bu milletin anası gibi olan geçmişleri de bu dehşetli hadiseden müteesir oluyor.

Orda şefkat hissine mağlup olmaması için validesine, “KORKMA!” diyor. Belki de milletçe hizmete namzet olan insanlar valideleri hükmende olan geçmişlerine, dedelerine, sülalelerine ecdadlarına o hadiselerden korkmayacaklarını, sinmeyeceklerini,  yılmayacaklarını belli etmek için bir güzel uslup kullanacaklarmış. (KULLANIYOR) ki asrın namzeti olacak zat, vazifedar olacak zat, o bunu böyle yorumluyor. (KORKMA! diyor) “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir. Yani bu olan musibetli hadiseler tazyikat başı boş değiller. Kendi kendine olmuyor. Hiç bir şey kendi kendine olmuyor fakat böyle dehşetengiz hadiselerde ürkmeyecek, korkmayacak, şaşırmayacak, insan  bulamazsın. Çünki bu seviyede ki itikat nübüvvete en yakın sıfatı olan bir zat da bulunur… Yani veraset-i nübüvvetten vazifedar olabilir böyle birisi…

Ağrı Dağı

Efendimiz’in (aleyissalatü vesselam) irtihal-i dar-ul beka eylemesinde herkeste bir şaşkınlık oldu. Bila istisna… Ama veraset-i nübüvvetten birinci derecede vazifedar olacak zat Hz.Sıddık (Ebubekir) hiç şaşkınlığa uğramadı. Ondan başka herkesi şaşkınlık aldı yürüdü. Yalnız o şaşkınlık ve telaşa kapılmadı. Hemen, “İşte ayet dedi”. Cenab-ı Hakk’ın ayeti ile haber verdi. Sen de senden öncekiler gibi fevte ve mevte mazhar olacaksın ayetini okudu.  Öyle olsa Allah’ın yolunu mu terk edeceksiniz? “Muhakkak ki sen de öleceksin onlar da ölecekler.

O zaman harikulade bir sıfat ile o gelecek asır insanlarının rehberliğinde vazifedar olacak zatı Cenab-ı Hak o rüya hadisesi ile konuşturdu..“Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir” dedi. Ne oluyorsa olsun. Yer yerinden oynasın… Dünya miğferinden çıksın. Daima böyle diyecek insanlara millet-i beşeriye içinde ihtiyaç var. “Ne telaş ediyorsunuz” diyecek? Afakî bir musibet cereyan ediyor… Niye şaşırıyorsunuz ki?.. Cenab-ı Hak hanginize teminat verdi ki ben yerleri sarsmadan dağları başınıza çarpmadan size bir hayat temin edeceğim. Sanki gökleri yere indirmeden… Şimşeklerle, yıldırımlarla kafanıza vurmadan… Kime öyle bir teminat vermiş? O zaman dehşetengiz hadisatın içine düşmüş topluluklar ve insanlar ondan telaş etmeyecek.  “Cenab-ı Hakk’ın emridir” diyecek. O zaman ne olur? En zayıf mümin bile birden rahatlar. “O yapıyorsa bir ilim ile yapıyor, bir dirayet ile yapıyor, bir hikmet ile yapıyor” diye düşünür. Birden vehmi, evhamı, korkusu tükenir. “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir”.  Dağ da parçalanır. Hatta Ararat dağı. Acayip bir şey bu! Ararat dağı Sefine-i Nuh’un mekanı gösteriliyor. Sefine-i Nuh oraya oturdu diyenler var. Ufacık bir mana da yakalamak mümkün.

Rüyaya devam edersek:

Sonra Cenab-ı hak ona emr etti. O emr eden kimdir? “O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.”

O dağı patlatır ama rahmeti yine o dağ patlaması hadisesi içinde nöbete dikilmiştir. Bir de hikmetsiz, abes olan hiç bir işi yok. Birisi çıksın desin şu iş hikmetsiz oldu. Öyle itikat edeceksiniz ve öyle itikad ediyoruz. Elhamdülillah. Abes ondan uzaktır. Abesten münezzehtir. Her işi hikmetlidir. Ve insanlar gibi katı olmadığı için en Celalli tecellilerinin içinde bile cilve-yi rahmeti var. Onu asrın mümessili olacak zat biliyor. Veyahut ruhu onun talimini almış. Orada en mübarek, en kutsi, her zaman geçerli bir ifade kullanıyor… “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir” diyor. Öyle ise, o yaptı ise rahimiyet  ve hakimiyet ile yapmıştır. Devlet-i Aliyeyi İslamiyeyi Osmaniye’nin tarumar olması hepsi bir hikmete bağlıdır. Cenab-ı Hak zulümden münezzehtir. Kavimleri terbiye edeceği gibi zayıflamış bir bünyeye de bir müddet acı bir ilaç şırınga edebilir. Onun için o Rahim ve Hakim olarak emrini verdi. O büyük hadise Allah’ın emri olarak cereyan etti..

“Birden o halette iken baktım ki mühim bir zat, bana âmirane diyor ki:”

Yani bu patlama hadisesi küçük bir hadise değil. Bir büyük inkilap. Burada şimdi her ferdin, her insanın tahassun edeceği, koşup sığınmak için çabalayacağı  bir hakikat var. O da nedir? “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan etmek.” Risale-i Nur bu emirden telemmu etmiştir.  “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan etmek.” Demek ki o hakaik-i Kuraniye ve İ’caz o zamana kadar anlaşıldığı miktarda beşere ve ümmet-i Muhammed aleyhissalatü vesselama kifayet ediyordu. Amma asrî hadiseler bir kısım muğlak meselelerle karşı karşıya getirdi müslümanları. Bunların cevabı lazımdı. O da Kuran’da vardı. İ’cazı içinde mevcuttu. Amma onu birisi dile getirmeliydi. Çünkü o infilak hadiselerinin en büyük amirlerini, dalaletli felsefî cereyanlarını susturacak bir güç lazımdı… Senin fikrin olmaz arkadaş! Benim fikrim de olmaz! Sen mühim bir hukukçusun, ama olmaz. Kimya mühendisisin, olmaz… Buna senin, benim aklımız, fikrimiz kafi gelmez. Tetebbuatımız, malumatımız, muktesebatımız yeterli değil. Mehmet Akif’in Bediüzzaman ile omuz omuza iken dua ederek yalvararak istediği, “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı, asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı”. Doğrudan doğruya Kur’an’dan almak bu suretle oluyor. Asrın idrakine söylenmesi başka türlü olmaz… O felsefecilerin söylediklerini senin yâvelerin, gevelemelerin, susturamaz arkadaş. Onları susturacak bir şey var: Kur’an’ın hakikatleridir. Ve mucize-i maneviyesidir. Onun için o mühim zat, asrın mümessili olacak, istikbalde çok büyük bir vazife görecek zata âmirane emr etti. “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et.”

Üstad, hasetçilerden gizliyor o zatı… Kim söyledi onu… Beşer ile tekellüme memur olan birisi söylüyor… Sen de ki yine vesaret-i nübüvvetten vazifeli birisi söylüyor… Tan tan tan kafalara vuruyor. Bu çok açık bir şey…

Üstad hasetçilerden gizliyor o zatı… Kim söyledi onu… Beşer ile tekellüme memur olan birisi söylüyor… Sen de ki yine vesaret-i nübüvvetten vazifeli birisi söylüyor… Tan tan tan kafalara vuruyor. Bu çok açık bir şey…

Ahmed İhsan diye bir günahkar kardeşiniz, on dokuz yirmi yaşlarında iken, o yaşa gelinceye kadar biraz Risale-i Nurlara ve Üstad’a sempati duyuyordum. Ama bunu gördükten sonra dedim ki daha bundan açık bir beyan olmaz. Bu tamam dedim. Millet-i beşeriyenin hususan ümmet-i Muhammed’in intizarında olduğu hadisenin düğümü burada. Üstad Hazretleri çevrede hasetçiler olacağı için, onların dillerine düşürmemek için, belki beyn’en-nevm ve’l-yakaza olan bu hadiseyi rüya-yı sadıka zarfına koyuyor… Onun için bu ifadeler nokta nokta çok ehemmiyetli…

Devam edecek…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir