Clicky

İhlas-ı Tam

Bismillahirrahmanirrahim

“Vallahu alimün hakîm” ayetinin;

Nurlarından istimdat ile “Bismillahi ya Fettah” diye başlayalım hayat-ı ubudiyetimizin sıhhatine medar bahs-i mübarekimize…

Kardeşlerim, ihlas risalesinde hatırlayalım, “gösterdiğimiz bir parça ihlas” diyordu, peşinden “İnşaallah ihlas-ı tamma muvaffak olursunuz, beni de tam ihlasa sokarsınız.” temenni ve duasında bulunuyordu.. Burada iki müşkül sual karşımıza çıkıyor.

Birinci müşkül o hizmette sebkat etmiş mübarek ağabeylerimizin (r.a.ecmain) ihlası niye bir parça idi? İkincisi Üstadımızın (r.a), “beni de tam ihlasa sokarsınız” diye gösterdiği tevazuyu hakikat-ı hal ile nasıl te’lif edebiliriz? 

Muhterem Üstadımızdan Rabbimiz ebeden razı olsun.. Katında tuttuğu ilimden ve hikmetten biz kullarına miktar-ı mahsusunca hemen daima vakti vaktine veriyor.. Biz dahi O’nu (c.c) hamd ile tesbih edelim..

Âlem-i fıtrata nazar edelim.. Nazar etmeden evvel ne demiştik önceki “Üff” başlıklı yazımızda hatırlayalım. Okudukça anlıyoruz ki bu risalede söz konusu edilen ihlas bir başıma benim değil, bizlerin.. Yani vücuduna sırr-ı kader ile dahil edildiğimiz şahs-ı manevinin ihlasıdır demiştik..

İşte bütün anlatılanlar bu müşterek ubudiyeti kâmilen kazanmak ve sıhhatini muhafaza etmek adına hikâye edilmiştir derk ediyoruz.

Âlem-i fıtrata dönelim.. Nazar ile kıraatımız başlasın. Rabbimiz hayır okutsun, hayır söyletsin, hayır eylesin.. Amin…

İşte şu ağaca nazar edelim.. Kökü, gövdesi, dalları, uçlarında meyveleri… Her birerlerimiz şimdi ve daima meyve oluyoruz.. Van Kalesinin eteklerinde ağlayan Üstadımıza tebessüm edeceğiz.. “Ey Üstad! Artık ağlama! Verdiğin dersleri işittik ve anladık ki, bizim bir başımıza bir hayatımız yok ve OLAMAZ.. NE YAPACAKSAK HEP BERABER YAPACAĞIZ” kuvvetli irşadından tam ders aldık..

Kardeşlerim az sonra Üstadımıza yine döneceğiz.. Önce dersimizi kendi aramızda müzakere edelim..

Bu hayatı maneviyemiz ağacında her meyvenin her yaprağın kendi başına bir mevcudiyeti var mı? Veya bir başına şerefi var mı? Veya herhangi bir davası olabilir mi? Savletli düşmanlar ağızlarını açmış her birerlerimize düşse de yesek diye bakarlarken.. Şimdi o meyvelerden biri, sen Oğuz Kardeşim, sen Murat kardeşim ve sen Kamil kardeşim dese ki, “Benim bir varlığım var, kendime yetecek bir faziletim de var.” dese içten içe çürümenin, çürüyüp de aşağıdakilerin (esfel mahlukların) ağzına düşmenin ilk işaretini vermiş olmazlar mı?

Acaba ağacın tarihçe-i hayat-ı maneviyesinin bütün mefahirini, kemalâtını bırakıp yalnız cüzî-şahsî varlığına güvenen ve müstakil bir vücut bulacağını zanneden bir zavallı yem, bir zavallı av olmaz mıyız? Geride bırakıp kaybettiğimiz azametli varlığımıza mı yanalım, düştüğümüz bu esfel, rezil kendi başımıza müflis kaldığımız zavallılığımıza mı?

Bütün ağaç bütün kemalatı ile bir faaliyet-i daime içinde meyvelerin feyz-i daimi veriyor… O meyvelerin çekirdeği hükmünde olan her birerlerimizin kalplerine bitamamiha temerküz ediyor.. Nurlar diliyle söyleyelim, “O AĞAÇ O ÇEKİRDEKLERE SAĞILIYOR…”

Şimdi hali vaziyetimiz budur.. Varlığımız ve kemalâtımız bu şecer-i manevinin varlığı ve kemalâtıdır.. Ağacın başına bir hal gelse veya bir meyveye bir kurt dadansa bütün şecer bütün heyetiyle teyakkuz haline geçmez mi? Beraber güldük, beraber ağlayacağız demezler mi? Bir meyvemizin başına gelen bir hastalığın hepimize sirayet etme ihtimali var demezler mi?

Şimdi insan-ı kâmil unvanına layık diğer misalî bir şahsı şecer aleminden çıkıp yine kendi alemimizden seçiyoruz bu def’a da.. Okumalarımız anlam ifade etsin görüşümüz netlik kazansın diye..

İşte ayağı seken bir şahıs görüyoruz müşahedatımızda.. “Arkadaş neyin var?” sual ediyoruz. Diyor ki “Ufak bir ağrı, ufak bir sızıydı önceleri ciddiye almadım.. Muayene ettir dediler oralı olmadım.. Günden güne şikayetlerim arttı.. Hekime gittim dayanılmaz acıyla.. Bu güne kadar neredeydin.. Bu bacağı bu haliyle kurtaramayız, keseceğiz diyor. (Aynıyla yaşanmış bir hadisedir, bir arkadaşım doktor doktor dolaşmış sonra kurtulmuştur). Teberrüken anlatayım bahis dışı gibi telakki etmezseniz.. “Dolaşmadık doktor bırakmadık” diyor.. Kime gittiysek kesilecek diyordu.. Son kez İstanbul’da bir doktoru söylediler ona gittik.. Şaşılacak şey hiçbiri bu bacağıma muvazi diğer bacağımı kontrol etmemişti. Bu doktor önce öteki sağlam bacağımı muayene etti ve bu güne geldik, bu bacak kurtuldu çok şükür. “Teşhisin kamil olması için muayenenin de kamil gerçekleşmesi gerekiyor.” (Bu da teberrüki bir ders olarak mütaala edilebilir.)

“Her bilenin üzerinde bir bilen vardır” Yusuf suresindeki ayeti derhatır edelim ve bahsimize dönelim..

Şimdi bir sinir zedelenmiş olabilir, bir ağrı-sızı olabilir (olmazsa ona şaş, gerek şahsi ubudiyetinde gerek manevi vücudumuzun ubudiyet hayatında dertler, sıkıntılar, manialar, marazlar olmayacaksa otur dertsizliğine ağla.. Yalandan ubudiyetim var diye hiç boşuna kendini avutma”

Sırr-ı imtihan hikmetiyle muayene ve mualeceye(ilaç tedavisine) geç.. Kardeşlerinle geç.. Muvazeneyi gözeterek geç.. Hassas her bir uzvumuzun nezaketini gözette geç.. Nazik bir el mehareti, müşfik bir hekim nezaretiyle eğil de öyle geç.. İncitmeden, kırmadan, dökmeden, dağıtmadan geç.. Kardeşlerim, az sözden çok şey anlarsınız ve öyledir.. Kur’an-ı Hakim’in şakirtleri işte böyledir.. Cenab-ı Hakîm-i Rahim-i Mutlak Hazretleri ebeden daima bizlere hikmetli ref’et, şefkatli muhabbet ihsan buyursun.. Amin…

Üstadımız ne buyurmuştu hatırlıyoruz burada: “İnşaallah sizler tam ihlasa muvaffak olursunuz beni de tam ihlasa sokarsınız.” demişti değil mi? Kardeşlerin bu vücud-u manevisi yara-bere dolu ise Üstadın bir başına ihlası bu vücud-u maneviyenin ihlasına ne kâr eylesin.. Sadece böyle kutsi nezareti ve duası olabilir.. Ve inşaallah o ihlas-ı tamm o günkü  haslarda ve erkan talebelerde cereyan ettiği gibi bugünde de İnşallah kıyamet sabahına kadar cereyan edecektir..

Kardeşlerim! Risalelerden mülhem bir cümle-i mahsus kuracağım burada.. İHLAS BİR HÂLET-İ KUDSİYE-Yİ NEBEVİYEDİR (a.s.).

Öyle ise bütün kuvvetimizle bu haleti kudsiyeyi kendimize SİRAYET ETTİRMEYE.. YERLEŞTİRMEYE.. VE MUHAFAZASINA MÜLELLEF VE MECBURUZ..

Vermesini bilen ihsan sahibi (c.c)’nü darıltırsan almasını da bilir.. Cemali nihayetsizdir amenna.. Ama celali de vardır ve nihayetsizdir unutma…

İşte böyle dersleri aldık, müzakeresini yaptık.. Takrir için o ağacın başında ağlayan Üstadımıza dalların ucundan beşuş, şirin yüzlerimizi gösteriyor ve nida ediyoruz, meyvedar ihlas ağacının ihlaslı meyveleri olarak, “Ey Üstad! Yüzün gülsün.. Gönderdiğin ihlas hediyelerini aldık. Kıymetini bildik. Kıyamet sabahına kadar seni ve bizi şakirtleri kıldığı Kur’an’ı aşkına Rabbimize söz veriyor ve ahdimizi tekrar ediyoruz ki halisen, muhlisen, livechillah talebe olacağız.. Enaniyetimizi ve şahsiyetimizi terkedeceğiz.. Rabbimiz muinimiz olsu “dediler..

Mübarek Üstadımız (a.s. ) o kutsilerin bu güzel ders takrirlerinden çok memnun oldu.. İhtisaslarına bir hazz-ı deruni buldu.. Rabbimize hamd-i kesir ile hamdetti ve o güzel talebelerini uğurladı..

İşte Kardeşlerim! Bu mübarek Üstadımızı ve diğer müzahir Üstadlarımızın dualarını, iltifatlarını kaybetmek istemiyorsak.. Ecr-i kesir yerine hatar-ı azîme düşmek istemiyorsak lüzumsuz, kederli ağzına almaya bile değmeyecek şeyleri bahane ederek bu büyük KUDSİ HAZİNE-İ KUR’ANİYEYİ kaybetmeyelim.. Rabbimiz bizleri ebeden Saidler kafilesinden ayırmasın.. Ümmetliği ile iftihar ettiğimiz Efendimiz (a.s.) ile Rububiyeti ile iftihar ettiğimiz Zat’ına (c.c.) rızasına vasıl eylesin.. Hepimiz biriz ve beraberiz.. Ve O’nun (c.c.) hıfzına emanetiz.. Amin Velhamdulillahi Rabbilalemin…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir