Clicky

Kardeşlerime Çağrı

Okuyanlar ve yazanlar ne mühim bir sünneti ihya ediyorlar. Cenâb-ı Hakîm kaleme “yaz” diye emretti …

Kuş Sütü

Her söz, her yazı bir sunumdur. Sunum ise sunucusunun maksadına göre açılan bir sofradır. Öyle sergiler, sunumlar, sofralar etrafımızda, dünyamızda bizlere ulaştırılmış ve önümüze, algılarımıza takdim edilmiştir ki sonsuz denebilecek çeşit ve ölçektedir. Bu sergilerde her türlü ihtiyaç bulunmakla birlikte özellikleri, güzellikleri, dikkat çekicileri, öne çıkanları, örtülü olanları, has bir konuya ait olanları, dar bir karşılığı bulunanları, çok geniş ve kapsamlı sergilenenleri lebalep doludur…

Rabbimizin isimlerinin daire daire geniş tecelliyat katmanlarını ihtiva ettiği marifet ehline malumdur. O esma ve sıfat dairelerinde, sofralarında gezinenler, ulvi bir iştah ve marifetli bir iştiyakla hayret dünyasından hakikat âlemlerine seyyardırlar. Mesela, Kuddüs ismi nasıl ki temizlik eksenli bir manayı içerirken şümulü öyle genişletilebilir ki kutsiyet, nezafet, taharet ve tayyibiyeti kuşatır. Onun gibi de Rahman manasındaki Rezzakiyet de sadece yeme içme değil daha geniş sofraları içine aldığını düşünerek bir yolculuğa çıkıyorum…

Ses sofraları, mana sofraları, gıda sofraları, söz sofraları, göz sofraları gibi çoğaltabileceğimiz ne kadar sofra ve sergi varsa hepsini kuşatabilir miyiz bilemiyorum fakat buradan bir noktaya varmak istiyorum. Bu bizlere büyük bir kerem ve rahmet tecellisi olarak sunulan ikram ve nimetlerin ortasında alabildiğine istifade ederek alışverişi olan insan kendini de bir sofra bilebilir. Hem kendine hem de çevresine bir tabla olur. Haliyle olur, kâliyle olur, fiiliyle olur, hissiyle olur, hayatıyla olur… Yani dışımızdaki her şey bizim için uyarıcı, ulayıcı, ulaşıcı bir mahiyet arz ettiği için bize gelen, görünen her şey hem ulak hem postadır. Hem haber hem habercidir.  Hem ikram hem de mükrimdir… Hakiki inam ve ikram sahibinin Rububiyyet-i İlahiyesinde hizmet ve görev alırlar, istihdam edilirler…

Peki, madem bu kadar kesretli, geniş sofralar, sergiler etrafımızı sarmış, kuşatmış bilerek bilmeyerek nice istifadelerimize medar olmaktalar bizler de bu iç içe ve üst üste rızık dairelerinin içinde olmaktan memnun ve mutlu yaşarken neden farkındalığımızı arttırıcı bir şuur ile bütün bu dairelere dâhil olmuyoruz. Yarı bilinçli, yarı bilinçsiz olağanlığın akışına kendimizi bırakıyoruz. Bizde bir sergiyiz, tezgâhımızı niye zenginleştirmeyelim, şenlendirmeyelim. Hem farkındalığımızı arttıralım hem farkındalıkları arttıralım…

Her sofranın her bir parçası, her bir lokması bir diğerine benzese de aynısı değildir. Hele hele sureten benzer gibi olup mahiyeten bambaşka bir özellik gösterenleri de görmek, bilmek lazım. Hepimiz göz sahibiyiz, fakat benim gözümün olduğu yerden hiç kimse bakamaz. Hepimiz kulak sahibiyiz, fakat benim kulağımın duyduğu yerden hiç kimse duyamaz, işitemez. Bazen insan kendi sesini bir ses kaydından dinlediği zaman bile ne kadar değişik geldiğini fark etmiştir. Öyleyse her şey çok özel, çok özge ve özgü… Bu dikkate, ilgiye, meraka, düşünmeye değmez mi ki ülfet ile sıradanlaştırarak değersiz ve beğenisiz hale getiriyoruz… Bazen, üstüne basıp geçiyoruz, bazen çarpıp devam ediyoruz, bazen hiç görmüyoruz, duymuyoruz.

Öyleyse önemli bir görev ve hizmet bizi bekliyor. Bunu her şeyimizle yapmanın kararını vermeli, sorumluluğunu üstlenmeliyiz… Önce görmeliyiz ve göstermeliyiz, duymalıyız ve duyurmalıyız, anlamalıyız ve anlatmalıyız… Önce fark etmeli sonra fark ettirmeliyiz… Her şeyde bir mucizelik izini bulup kendimize kabul ettirip, enzara ve efkara da bunu kabul edecek bir halde sunmalıyız… Sadece bu şuurlu müşahedelerimizi ve mükaşefelerimizi kendimizde zapt etmek için dahi söylemeli, yazmalı, kaydetmeliyiz. Sonra gerçek ve doğru olarak hem afakta hem enfüste nazar ve mülahazalarımızı bir sofra gibi sererek istifadeye sunmalıyız… Ara ara kendimiz de o kayıtlarımıza baktığımızda, okuduğumuzda ya eksikliğimizi ya da istifademizi fark etmiş olacağımızı bittecrübe söyleyebilirim…

Zehirli olanları bir kenara bırakacak olursak, ben her bir yazıyı okuduğumda hem bir gıda hem bir tat alıyorum. Her bir kardeşimle konuşurken onların bana dokunan her şeylerinden bir rızk, bir his, bir algım oluyor, elbette benim de bir başkasına vergim oluyordur. Kardeşlerimizin birbiri için çok mugaddi, leziz, huzur, sevinç ve saadet dolu zengin bir manevi sofra olduğumuzu unutmamalıyız… Bir kardeşimizin yazısını okuyunca veya onu dinleyince içime akseden ışık, ruhumu besleyen gıda, dimağıma gelen tat, kalbime akan nur beni doyumsuz bir sofraya müştak kılıyor. Bütün çeşit ve çaplarıyla önümüze açılan bu nimet deryasında, uhuvvet sofrasında her birerlerimiz yazımızla, sözümüzle katkı sağlıyoruz. Bazen farklı renklerle, bazen mahsus tatlarla kimi bir tasta sevgi okyanuslarını sunarak, kimi bir bahar kuşağında gönlünde gezdirerek, kimi dualarının gökkuşağını dünyamızın semasına salarak, kimi bir kelimede veya bir nazarda yakınlığının sıcaklığını hissettirerek, kardeşliğimizi geniş ve ulvi bir kâinat şekline getirip yaşıyor ve yaşatıyoruz… 

Evet, bizler birer kitap gibi birbirimizi okurken aynı zamanda birer defter gibi birbirilerimizde yazarız.  Hem yazdığımızı okur hem okuduğumuzu yazarız… Öyleyse yazmak ve söylemek ne güzel. Dille yazılanlar, kalemle yazılanlar hepsi semeredar birer cennetcik hazzını, istifadesini bizlere sunuyor… Bir kardeşimi okuduğumda (yazısını okuduğumda da) hiçbir benzeri olmayan bir tadı içimde duyarken bir antika eser veya bir nadide sanat olarak bakıp şükür için bir vesile biliyorum, zira lezzetler şükür için istenilir fehvasınca bende hem içime alıyor hem kendi dilimden, onun dilinden ve sair okuyanların, dinleyenlerin dilinden şükürler ediyorum. Manalardan yaratılan ruhaniyatı biliyoruz peki ya kamışın mürekkebinden, gözyaşlarından, sevinç cızırtılarından yaratılan sevgi ve huzur meleklerini, irfan ve ilim ruhaniyatını hiç alkışlamayalım mı? Onlara iltifatlar etmeyelim mi? Onlarla birlikte minnettarlığımızı ve şükraniyetimizi belirtmeyelim mi?.. Kalemin kâğıda secdelerini hiç görmeyelim mi? Bütün kardeşlerimizi bu ibadete iştirak etmeye çağırıyorum… Mümtaz ve muhterem kişilikleriyle nevi şahsına münhasır kardeşlerimizin her bir yazısıyla farklı dünyaları tatmak ve tattırmak istiyorum… Bu sofralarda bizlerinde birer tuzu biberi bulunsun. Dimağımda ve damağımda her bir yazının tadını almaktan, tatmış olmaktan ve içimde duymaktan büyük bir sevinç yaşıyorum. Bizler okuryazar olmaktan mutluyuz ve iftihar ediyoruz… Vesselam…

Manalardan yaratılan ruhaniyatı biliyoruz peki ya kamışın mürekkebinden, gözyaşlarından, sevinç cızırtılarından yaratılan sevgi ve huzur meleklerini, irfan ve ilim ruhaniyatını hiç alkışlamayalım mı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir