Clicky

Reşha

Bir damlacık olduğumu hor görme, içimde denizi yutmak arzusunu büyütüyorum

Kuş Sütü

Bismillahirrahmanirrahim

Geçenlerde bir kardeşime dedim ki harekat-ı zerrat risalesinin son kısmını günlerce içimde gezdirdim.. Onunla yattım onunla kalktım..O nurlu kardeşim de cevaben ben de 24.sözle yatıp kalkıyorum dedi.. Maşaallah 1.ci dal mı diye sordum.. 2.ci dal reşha bahsi dedi.. İnşaallah bu sohbetimizde reşhanın macera-i ömriyesini hikaye edeceğiz..

Bir katreyi ummanın önüne getirdikleri gibi reşhayı dahi güneşin altına koydular.. Reşha bir kendine bir de azametli güneşe baktı.. Ben kim bu Gök Nazdarına yol bulmak kim dedi.. Acz ile başını öne eğdi.. Fakrına baktı bir  medet eden bulunur mu diye sağını solunu taharri etti .. O cihetlerden dahi me’yus oldu.. Her ne yana baktıysa çaresizliğinden başkaca bir hal görmedi.. Reşha kendi başına O yüceler yücesine yol bulamayacağına, bir ömür değil bin ömür sürse bunun mümkün olamayacağına kanat getirdi.. Reşha her şeyi düşünmüştü bu iş olmayacak dedi.

Şimdi  ehl-i Nur kardeşlerime burada sual edeceğim.. Reşha doğru mu düşünüyor, yol bulamaz mı?

Ben cevap vereyim: Evet, doğru düşünüyor.. Yol bulamaz, binler senelik mesafeyi reşha o cirmiyle kat’a kat edemez.. Amma reşha bir hususu unutuyordu.. O Yüceler yücesinin ona olan yakınlığını.. Hatta ve hatta bir katrecik bedenini yüceler yücesi O Sultanın cilvegâh-ı mahsusu kıldığını.. Kendinin de macera-yı ömriyesinin tebahhur etmekten ibaret olduğunu.. O Sultanın huzuruna yanmadan kim çıkabilmiş ki.. Hararetlenmeden reşha çıkabilsin.. Ömürleri yakınlığının sıcaklığı ile yandıran onun katrecik ömrünü dahi yandıracaktı.. Öyleyse Reşhanın seyr-i süluk-u ömriyesi tebahhur etmekten ibarettir artık diyebiliriz..

Her biri reşha-misal kardeşlerim yaşayarak görüyorlar, inşaallah daha daha da görecekler.. Nurlar yağacak ömürlerine.. Cism ü canlarına..Kurbiyetler lütfedilecek, kurbiyetler kurbiyetler üstüne.. Hakikatle karışık temsil diyor Üstadımız.. Biz de sual ediyoruz.. Reşha bir gün uğruna bir ömür verdiği Sultanını görebilecek mi?.. Peşin soruya peşin cevap verelim öyleyse: Evet..

Şimdi sohbetimize başlayabiliriz.. Rabbimiz hayır eylesin hayır söyletsin.. Amin..

O kardeşime o gün söylemedim, ama ben de o sözün 1.dalını içimde gezdirdim hem de senelerce.. Halen de gezdiriyorum.. İddialı gelecekse gelsin söyleyeceğim.. Resulullah Efendimiz’in (a.s.) sahabesinden sonra gelen etba-ı mübareki arasında bunca asır geçmiş; insan-ı mü’minin bu şekilde kim tarifini vermiş.. İşte memuriyetin şudur, terakkin budur, rütben orda, maaşın burda duruyor demiş.. Manileri dahi ihmal etmemiş, kayıt olarak düşmüş.. Birbiri içinde bin bir taht-ı amiriyete-O SALTANATIN REAYA-YI SADIKASINA- birbiri içinde bin bir memuriyet göstermiş.. (MAŞAALLAH!..)

Rabbimize hadsiz şükürler olsun ki başımıza böyle bir  REHBER-İ ASR (r.a) tayin eylemiş.. Biz aciz kullarını dahi o kutsi Üstad’a talebe eylemiş.. Seneler evveldi.. Pazara gitmiştik, orada bizim ortanca kız nasıl olduysa yanımızdan ayrılmış.. Biz fark ettik, sağa baktık sola baktık.. Üç beş tezgah geriye baktık biraz sonra bulduk.. Ağlıyor haliyle.. Kızım burdayız dedik sarıldık.. Annesinin-babasının yüzünü görünceye kadar bir çocuk, gördükten sonra başka bir çocuk vardı. Önceki ağlamaklı kaybolmuş hali idi. Bu ise sevinçli bulma-bulunma-buluşma hali…

Ne büyük bir nimet bu yüz.. İnsanın kafasına takılmış.. Her insan onunla tanınıyor, onunla ayırt ediliyor.. Öyle bir yüz ki binler hissiyat o bir tek aynada hiçbiri diğerine karışmadan olanca berraklığı ile görülebiliyor.. Tereddütlü mü? Kararlı mı? Sevinçli mi? Heyecanlı mı? Durgun ve tutuk mu? Atılgan ve koparıcı mı? Hayâ ve hilm sahibi mi? Perdeyi yırtmış hoyrat biri mi? İla ahir yüzlercesi… İnsanın gaybi alemine, şuhudi aleminden tutulan bir ayna.. Veya derununun bir tercüman-ı sâdıkı…

İnsan insana o kapıdan yaklaşıyor, o kapıdan dünyasına giriş yapıyor.. Yüzünü görmeye can atıyor.. Veya yüzünü gören cehennemlik diyebiliyor.. Ve bütün sevmeler görmeyle başlıyor.. Annesinin kucağında gülücükler dağıtan yavru, yine annesinin şefkatli yüzünden sesinden gülümsemesinden öpüp koklamasından kendinden geçip gaşyolmuyor mu?

Seven sevdiğine gönlünden nameler yazar, hasretinden hastalanıp yataklara düşerken her defasında sadrına şifayı Sevgilinin o gül cemalinden bulmuyor mu? Sonra ne oluyor da girilen aynı bu kapıdan çıkan çıkıyor, şaşılacak şey değil mi? Ne demiştik; sevmeler o yüzü görmeyle başlıyor.. Doğru amenna.. Ama yalnız görmeyle bitmiyor.. Sonra ne oluyor.. Tanımalar başlıyor.. Gördüğün o yüzü okumalar başlıyor.. Bazısı bazısının derununu o tercüman-ı sadıktan hemen okuyabiliyorken bazıları seneler geçse dahi okuyamıyor..

Burada bir misal vermek icap etti.. Üç evlat var bir de babaları.. Çocuklardan ikisi yetişkin.. Birisi 20li yaşlarında diğeri 30lu yaşlarında, küçük olanı da henüz 6 yaşında .. Üçü de babasının yanında ve her daim babalarının yüzüne nazar ediyorlar.. Babaları da her birini nazargâhı kılmış adeta. Üçü de babalarını seviyor.. Babaları da onları seviyor..

En ufağının tanımaklar ve sevmekler kapısı olarak tarif ettiğimiz  babasının o yüzüne bakarken gördüğünün  ne ifade ettiğini bir düşünelim.. İstidadının darlığı ve deyim yerindeyse kapasitesinin belli olması sebebiyle-eni konu, sağı solu neticede bir çocuk veya böl topla çarp çıkart 6 yaşında olduğu gerçeğinin değişmeyeceği ortada iken – diyebilir miyiz hiç o da diğer ağabeyleri gibi Kâmilen babalarına teveccüh ediyor. .Burası anlaşıldı diye ümit ediyorum..

Gelelim Kamilen babalarına teveccüh eden diğer ağabeylere..

Evet teveccühleri kamilen (Allah’ımız bizleri dahi kamil teveccüh sahibi kulları arasına dâhil eylesin, amin!) ve fakat kemal-i hal ve tavırları dahi farklılık arz ediyor.  Kendilerine nezaret ve himayet ve velayeti bulunan babalarına karşı.. Vechine nazar ettiklerinde dahi birinin gördüğü ile diğerinin gördüğü aynı olmuyor.. Üç evladın üçü de kendilerine arz-ı didar eden yüzü (vechi) görüyorlar.. Ünsiyeti, kurbiyeti bütün sıcaklık ve huzur halleriyle yaşıyorlar.. Naz niyaz zemzemesinin birer perdesinin birer başını tutuyorlar.. Amma halleri ve tavırları o tek ve yekta divandan kendilerine bahşedilen makamlarına göre tezahür ediyor..

Ne demiştik hatırlayalım şimdi.. Hakikatla karışık temsilimize dönersek reşha durduğu yerde buharlaşacak değil, seyrine ve urucuna çıkacak, mahbubunun katına yol bulacak  değil..

Hatırlarsınız  çocuğumun midesi yıkanırken elleri ellerimin arasında baba deyişini hikaye etmiştim.. O bakışlarıyla göz göze geldiğimizde tarz-ı ifadesine kulak vermiştik; “BEN BİLİYORUM VE GÖRÜYORUM Kİ SEN BENİM ALEYHİME HİÇ BİR ŞEY YAPMAZSIN,HİÇ BİR ŞEYE (OLUŞA) MÜSAADE ETMEZSİN .ÇÜNKÜ SEN BENİM YEGANE HÂMİM, BİRİCİK VELİMSİN) demiyor muydu? Hatırlayın..

Bir hatıramı dahi paylaşmanın yeri geldi. Ankara’dan dönmüştük çocuklarla.. İki kız çocuğumun ikisi de ufak daha o zaman.. Anneleri çalışıyor, durakta indik.. Kızlar annelerini görünce yolun karşısına geçtiler.. Yol boyu esip gürleyen sanki onlar değilmiş, onlar gitmiş bu süt kuzuları yerlerine gelmiş bir hale girdiler.. Konuşmadan annelerini takip ediyorlar.. Onun yüzüne bakıyorlar ve o yüzden gelecek bir iltifatı iştiyakla bekliyorlardı.. Hem yürüyorlar hem ha bire  bakıyorlardı.. İştiyakları hiç kesilmedi ve fakat o gün o dakikada O iltifat gelmedi..( Halen şu satırları yazarken dahi içim cız ederek hatırlıyorum)..AMMA BİLİYORLARDI Kİ O İLTİFAT AZ SONRA GELECEKTİ. BAŞKACA MÜMKÜNÜ YOKTU.. ÇÜNKÜ O, ONLARIN EŞSİZ RAHMEDİCİLERİYDİ.

Şimdi birisi ufak üç evlat ve babalarına dönelim burada.. Baba esaslı bir para çıkartıyor ve iki evladına veriyor.. 6 yaşındaki ufaklık  bunu görüyor ona dahi on para veriyor.. Acaba 6 yaşındaki o ufaklık gönül koysa, “Beni niye diğer büyüklerimden ayırdı dese, acaba ne kadar haksız bir düşünceye girer kıyas edilsin. Sen sana verilenle bilyeni, çikolatanı al.. Babanın yanında civarında çocukluğunu yaşa.. Diğer büyükler dahi huzurun edepli hallerini yerine getirerek güzel sermayelerini güzelce muamelatlarını (alış-veriş muamelelerini) gerçekleştirerek ticaret-i azimelerini babalarının nazarına arz etsinler..

ÜNSİYET VAR, ÜNSİYET VAR.. KURBİYET VAR, KURBİYET VAR.. VUSLAT VAR, VUSLAT VAR.. Ünsiyetin arttıkça ünsiyet, kurbiyetin arttıkça kurbiyet bulacak, vuslat içinde vuslat yaşayacaksın.. Amma şunu bir an bile aklından dûr etme ki; O’nun (c.c.) teveccühü kesintisizdir.. Sana perde olan O’nun teveccühü değil, senin darlığındır.. Sen tarz-ı nazarını seyrin tarzına uydurduğun nispette yol alacaksın..

Görüyorsunuz atlasan da zıplasan da yürüyen merdivenin ilerleyen basamaklarının müsaadesi nispetinde çıkıyorsun.. Saatini ,dakikasını gelen vasıtanın bekliyorsun.. Yolun bir köşesinde araçlar mı bekliyor yanan ışığı var.. Geçiyor mu rengi değişmiş de ilerliyor görmesen de biliyorsun.. Ve her gördüğün bir bilsen neler neler anlatıyor..

İşte seyrin bu acip seyr içre seyrindendir ki ashab hazeratı (r.a.ecmain) seyretmelere doymadı.. Aç kaldılar, boykot yediler, susuz kaldılar, hakarete ve işkencelere maruz bırakıldılar.. Seyrü süluk-u ömriyelerinin hiç bir döneminde seyirlerine ara vermediler, düştüler kalktılar,”Allah’ım Sen’i Sen’i ” dediler.. Kat’iyyen  biz bulacağımızı bulduk, kanacağımıza kandık demediler..

İşte bu sırdandır ki bir zaman bir veliye nazar eden Ağabey’imiz o biçareye yazıklanmış-nefsinden bakmamış, Hak adına bakmış.. Anlamış ki “Velayet cilvelerinden birinde kendini tevkif etmiş ,büyümeyen bir çocuk misali Hamisinin ve Velisinin yakınında ve civarında yaşıyor” m üşahade etmiş..Halbuki kendinde kendini tevkif etmeseydi daha neler neler yaşayacaktı, daha neler neler bulacaktı..

Kardeşlerim baştan buraya kadar geldik ve anladık ki Reşhanın durduğu yerde, yattığı yerde bir şey bulacağı yoktur.. Onun macera-i ömriyesi seyr-i tebahhuriyetinden ibarettir..

Bu sırdandır ki Efendimizin (a.s.) Bihakkın varisi olan Üstadımız (r.a) çilelerle, hapislerle sürgünlerle, hakaretlerle, beş çeşit gurbetler ve tazyiklerle bu tebahhuriyeti gerçekleştirmiştir.. Halıkının inkıtasız teveccühüne tabir yerindeyse ınkıtasız muhatabiyet ve seyirle yüzünü tutmuştur..

Kardeşlerim, baştan bu yana ala kadril istitaa (gücümün yettiği nisbette) reşhanın seyrini anlatmaya çalıştım.. Biraz da yüz görmeyi anlatayım.. Rabbimiz hakkında cisim ve cismani suretler muhal olduğundan suret ve yüz tayin edilemez.. Edenler hata-i mahz ediyorlar, cinayet işliyorlar..

Görmenin keyfiyeti nasıl olacak.. Güneşin aksi elindeki aynada nasıl yer alıyor onun şekline hacmine göre nasıl seyir ediyorsa BİTAMAMİHA böyle cereyan edecek..

“Ene inde zanni abdi bih” sırrıyla kulunun marifet aynasını Rabbimiz cilvegâh ittihaz edecek.. O aynadan Sen Rabbini nasıl görüyorsan, sana senin gördüğün üzere kendi cemalini gösterecek. Dünyada kalp gözüyle gösteriyor, ahiretinde dahi baş gözüyle bu görme tahakkuk edecek..

Hadis-i tahavvül olarak iştihar etmiş bir rivayette beyan edildiği üzere, “Rabbimiz bir kısım mahşer halkına görünecek. Ben sizin Rabbinizim dediğinde; “Hayır, senden Rabbimize sığınırız diyecekler. Bunun üzerine onların bildiği üzere tezahür edecek.. O vaziyette Sen Bizim Rabbimizsin” diyecekler… Ne güzel bir hadis, ne inciler ne inciler var değil mi? Kardeşlerim.. Marifetlerimizin kaşını gözünü yarmayalım, kolunu kanadını kesmeyelim.. Güzel Rabbimize seveceği güzel marifet aynaları ile kalbimizden teveccüh edelim.. Ta TEVECCÜH BULALIM..CEMAL BULALIM..

Kardeşlerim! Kur’an’ımız bütün ayetleriyle Rabbimizi tarif ediyor.. Âlemler hakeza.. Rabbimiz bin bir esması ile kuluna teveccüh ediyor.. Marifet yolculuğumuz hakkında çoklarımızın bildiği bir örneği dahi verecek sohbetimizi öylece bitireceğiz. Hatırlarsanız geçmiş senelerde televizyona ayakları tutmayan bir hanım kardeşimiz çıkmıştı. Programı sunan ve orada bulunanları ağlatmıştı. “Diyordu ki herkes namaza dururken bir şeyler hissetmiş, bazıları  korkmuş.. Veya başkaca bir hal yaşamış.. Ben Rabbimle buluşuyorum ve bunun mutluluğunu yaşıyorum.. Bundan daha büyük de bir güzellik bir lütuf düşünemiyorum.”

O kardeşimizin yaşadığı ve hissettiği hal bir kemal halidir.. Cemali de görünmektedir.. Kendisini tebrik ediyoruz. Ancak tanıdıkça tedirginlik, mes’uliyet, heybet ve celalin bürümesi halleri zuhur eder ki ehline malumdur.. Hz. Resulullah’ın (a.s.) o heybeti anlatırken, “Benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız” demesini nasıl izah edeceğiz.. Rabb-ül âleminin bizzat Habibine olan celalli hitaplarına ne diyeceğiz?

Bildiğin oranda, Rabbinin makamından korkarsın.. O korku seni bürür.. Rahmetli Ağabeyimiz, Eski Maraş Müftüsü Hafız Ali Efendi’nin “Tecelliyata bakacaksın paşam, eğer tecelli cemalî ise ister hopla zıpla.. Eğer tecelli celalî ise tüyünü oynatsan kanadını kırarlar” sözünü naklederdi hep.. Bazen de öyle tatlı bir hal yüzüne gözüne, bütün ahvaline sirayet ederdi ki rüzgarla tatlı tatlı oynaşan yapraklar gibi şirinleşirdi.. Çok zahir cemalî bir hal kaplardı.. Tek bir insanda bütün bir bahar çağıldardı adeta.. Ne güzel  fotoğraflardı ki Ağabey’imizin o halleri, gülücükler saçarak oynayan çocukların neş’elerini andırırdı bizlere..

İmtihan bitene kadar kulu imtihanın tedirginliğinin kaplamasından daha tabii ne olabilir ki. Üstelik nice nice bu yolda yitip gidenleri, yoldan şaşmışları şeş cihetten görüyorken.. Rahmetin televvününü her daim gör.. Amma celalin heybetini ve azametli nurlarını dahi gör..

Bir katrecik suyun hikâyesi bir kitaba sığar mı?..

Kardeşlerim dilim döndüğünce reşhanın bir ömür süren, her sinn-i manevisinde yeniden yeniye önüne açılan urucunun basamaklarını,  tebahhuriyetinin usulünü anlatmaya çalıştım.. Boyumu aşan bir işti.. Ve fakat kıyısından köşesinden az da olsa  faideli esasatını zikrettiğimi düşünüyorum.. Güzellikler bütünüyle Rabbimizden, hatalar bütünüyle nefsimizdendir.. Rabbimiz düşe kalka, yanıla düzele de olsa yolunda daim etsin.. Yol devam ediyorsa göreceğin geçeceğin menziller öğreneceğin daha nelerin nelerin olacağı malumunuzdur..

Nutfeyle başlayan kabirle biten ömür yolculuğumuz Rabbimizedir.. Her daim her köşe başında ilanları, dellalları, işaretleri O’nu bize tarif etmektedir.. Âlemlerde her bir şey O’nun (c.c.) muarrifi kesilmişken hatta bir zerrecik de bu tarif-i içtimaya dahilken senin tarifleri okumaman, yüz çevirmen ,tekasül göstermen, tehavüne düşmen  Rabbine olan kulluğundan seni alıkoyar.. Sana yakışmaz da.. O durakta anlattığım çocukların annelerine olan iştiyaklı bakışlarından hem ders al hem feyiz.. Midesi yıkanırken babasının ellerinden güç bulan yavrumuzun itimadından ve bulduğu emniyetten hakikat-ı tevekkülü öğren.. Rahmetli ağabeyimizin cereyana tutulmuş gibi kıldığı ve senin de şahit olduğun  namazından dahi bir haya ve mahcubiyet devşir..

Ömür bitmek üzere.. Kulluğa gönderildiğin dünya hayatında kime kulluk ettiğin de ortada.. Aynaya merdane bak ve kendine itiraf et, “Bu yaşına kadar nefsime mi yaşadım, nefes alıp verdim, yoksa Rabbime mi yaşadım?” merdane söyle…

 Son sözüm  Allah’ımız, Rahman Rabbimiz her daim iştiyakını, heyecanını, rağbetini ziyade eylesin.. Hararetini dahi ziyade kılsın. Her biri birer Reşha Ehl-i Nur kardeşlerimi ömr-ü tebahhuriyelerinde Sahabi Efendilerimiz gibi muvaffak eylesin.. Kâmilen teveccüh lütfeylesin.

Teveccüh-ü ehadiyetine cümle reşha kardeşlerimizi  alsın ve dahi ebediyet alemlerinde pür cemal  eylesin.. Amin, amin… Bihürmetiseyyidil mürselin.. Velhamdulillahi Rabbilalemin.

Kavramlar

Reşha: Damladan daha küçük su parçasına reşha denir. Risale-i Nur 24. Söz’de velayet ve nübüvvet meslekleri temsiller ile anlatılırken Reşha misaliyle nübüvvet mesleği ve o mesleğin takipçilerinin yolu anlatılır.

One thought on “Reşha

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir