Mecit Ömür Öztürk
Sınırlar, ülkeleri birbirinden ayırabilir ama kederleri ayıramaz. Dünyanın neresinde hangi kültür içinde yaşıyor olursa olsun, insanın dertleri benzerdir. Şair, “Kederlerde bütün yüzler birleşir” derken bu ortak paydayı kastediyor olmalıdır. Bazı insanlar zengin bazıları fakirdir, kimileri hasta kimileri sağlıklıdır, bilgili insanlar da vardır cahiller de… Ancak bir kedere sahip olmayan tek kişi bile yoktur.
Evet, kederler ve teselliler evrenseldir, insanlığın müşterek malı ve meselesidir. Bu yüzden bütün insanları kaynaştıracak, kardeşliği hatırlatacak, dünyadaki çatışmaları dindirecek olan sırlı güç; keder, musibet ve teselli kavramlarında aranmalıdır.
Başımıza gelen olumsuz hadiseler, musibete uğramış başka insanlarla bir ortaklık kurmamıza, onları daha iyi anlamamıza ve onlara daha fazla yardımcı olmamıza vesile olur. Aile içinde problem yaşayan biri, bu konuda tecrübe kazanacak ve ilerleyen zamanlarda benzer sorunları yaşayan başkalarına rehberlik yapabilecektir. Biz de bunları yaşamış ve şöyle atlatmıştık, diyerek söylediği sözler, verdiği tavsiyeler muhatabına tesir edecektir. Bu yaşanmışlık, onu dinleyen kişiyi olumlu etkileyecek, önerilerde bulunan kişinin tuzunun kuru olmadığını ve benzer bir problemden başarıyla sıyrılmış olduğunu ona idrak ettirecek ve tecrübelerinden faydalanmasını sağlayacaktır.
İhtiyarlıktan bunalmış bir insanı yaşlı birinin, hastalıktan mustarip birini benzer bir hastalığı yaşamış olan birinin teselli etmesi nasıl daha doğal ve daha etkiliyse, dertler içerisindeki birinin de elbette bir başka dertli tarafından teskin edilmesi daha isabetli olacaktır.
Etrafımızdaki musibetzedelerin hallerini anlamak her zaman mümkün olmayabilir. Ramazan ayında oruçlu olduğumuz vakitlerde yoksulların çektiği açlığı hissettiğimiz gibi, etrafımızdaki dertlilerin gerçek durumlarını da dertli olduğumuz zamanlarda anlayabiliriz. İşte musibetler bir yandan bize rehberlik eğitimi vermekte, diğer yandan aldığımız eğitimin başkalarının istifadesine sunulmasına vesile olmaktadır. Kim bilir, şimdilerde dünyada sadece başkalarını anlayabilsin veya başkalarını teselli edebilsin diye musibet altında olan kaç insan vardır.
İnsanları teselli etmek büyük bir fazilettir. Nasıl olmasın ki, Efendimiz (s.a.v.) “Mü’min kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” buyurmaktadır. Rabbimizin asra yemin ederek başladığı ve “insanlar hüsrandadır” diyerek devam ettiği Asr Sûresi’nde, hüsranda olmayan insan toplulukları dört vasıfla ifade edilir ve onların iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı hatırlatanlar ve sabrı tavsiye edenler oldukları belirtilir. Sabrı tavsiye etmenin; iman ve salih amel gibi çok mühim vasıflar arasında sayılması onun Allah katında ne büyük bir iş olduğunu göstermek için yeterlidir. Sabrı tavsiye etmek; dertlileri teselli etmektir ve iman gibi, salih amel gibi insanı hüsrandan kurtaran bir etkinliktir. “Eğer sen kendin dahi Rabbinden umduğun bir lütfu beklemek durumunda olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle! (İsra, 28)” ayetinin penceresinden bakılacak olursa teselli, Yüce Kitabı’mızın da önem verip teşvikte bulunduğu bir davranış çeşididir. Hz. Mevlana der ki, “Dertli kişinin tereddüt ve elemlerle dolu gönül evi vardır. Onu dinlemek, o eve pencere açıp onu havalandırmak demektir” (Mesnevi, Cilt 3).
“Eğer sen kendin dahi Rabbinden umduğun bir lütfu beklemek durumunda olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle!”
(İsra Suresi, 28. Ayet)
Bir de insanları teselli etmeyi hayatının gayesi haline getirmiş insanlar vardır. Bunlardan biri de Kars’ta medfun olan; Mevlana Hazretleri’nin kendisinden ‘Bilgeler Bilgesi’ diye bahsettiği, Hacı Bektaş Veli’nin, Ahmet Yesevi’nin, Yusuf Hamedani’nin ve hatta Yunus Emre’nin hocası ve gönül üstadı olan, Anadolu’nun kapılarını İslam’a açmakta büyük hissesi bulunan Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’dir. Ne büyük mürşitler gönüllerini Harakânî Hazretleriyle aydınlatmış ve kendileri de birer ışık haline gelmişlerdir.
Mevlana Hazretleri, Mesnevi’sinin muhtelif yerlerinde, Ebu’l-Hasan’ın derinliklerini dile getirmeye çalışmıştır. Harakânî Hazretlerini böylesi bir meşale haline getiren nedir? Onu tanıyanlar kendisinde iki vasfın öne çıktığını anlatırlar. Bunlardan biri, insanlara yemek yedirme konusundaki bitip tükenmeyen arzusudur. Hatta dergâhının girişinde, “Her kim bu dergâha gelirse ekmeğini veriniz, inancını sormayınız” yazılıdır.
Harakânî Hazretlerinin göze çarpan diğer hususiyeti de dertli insanları teselli etme arzusudur. Harakânî Hazretleri buyurur ki, “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” (Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ)
Harakânî Hazretlerini tanıyanlar şunu anlatmaktadırlar: “Sabahleyin kalkan âlim ilminin, zâhid de zühdünün artmasını ister ve bu doğrultuda planlar yapar. Ebû’l-Hasan ise, hangi kardeşinin kalbine sevinç ve neşe vereceğinin, bugün kimi teselli edeceğinin derdindedir” (Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ). Bizim Yunus da, “Yûnus Emre der hoca / Gerekse var bin hacca / Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir!” derken, insanları teselli etmenin faziletinden bahsediyor olmalıdır.
Şeyh Sadi Şirazi, Bostan’da başkalarını teselli eden birinin, aslında dolaylı bir şekilde kendi derdini de dindirmiş olacağını şöyle ifade eder: “Sen bir kapıya ümit bağlamışsın. O halde kendi kapında oturanların umudunu ver. Gönlünün gam çekmemesini istiyorsan, dertlilerin kalbini ızdırap zincirlerinden kurtar!”
Bu aydınlık ruhlar elbette kendisine, “Ya Rasulallah! Amellerin Allah’a en sevgili olanı hangisidir?” diye sorulduğunda, “Amellerin Allah’a en sevgili olanı; bir kardeşinin kalbine teselli vermen veya onu sevindirmen veya onun bir sıkıntısını gidermen veya borcunu ödeyivermen veya açlığını doyurmandır” (Heysemî) buyuran Zât’ın talebeleridir.
Harakânî Hazretlerini tanıyanlar şunu anlatmaktadırlar: “Sabahleyin kalkan âlim ilminin, zâhid de zühdünün artmasını ister ve bu doğrultuda planlar yapar. Ebû’l-Hasan ise, hangi kardeşinin kalbine sevinç ve neşe vereceğinin, bugün kimi teselli edeceğinin derdindedir.”
(Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ)