Clicky

Asya’nın Okul Gezisi

Çok güzel bir bahar gününe bütün canlılar merhaba diyordu. Bay serçe ile sevgili eşi bayan serçe buldukları bir ekmek parçasını gagalayarak merhaba diyordu. Yerde sürünen daha üzerinde uykunun izlerini atamayan sümüklü Erfen teyze gerinerek selamlıyordu etrafında gördüklerini. Yandaki ağaçtan birkaç kuş kanat çırparak bu bahar sabahına eşlik etti, mahallenin yaramaz ve sürekli birbiriyle didişen köpek ve kedileri kavgalarına biraz ara verip onlar da merhabayı salladı herkese. Ya herkesin korkulu rüyası fareler bu merhabadan eksik kalır mıydı? Onlar da kafalarını çıkarıp mazgalda, “Merhaba efendiler ve hanımefendiler!” deyip nasıl korkuturuz herkesi düşüncesiyle döndüler yuvalarına.  Güneş, pırıl pırıl parlıyor, bulutların arasından adeta el sallıyordu. Sapsarı saçlı, masmavi gözlü ama bir o kadar da yaramaz olan Asya adında bir kız, şehrin tam ortasında Huzur adlı bir sitenin 13. katına çıktı, 40.dairenin ziline bastı. “Zulu zulu, zulu” diye çalan zilin sesini “gıcır” diye açılan kapı sesi kesti. Bu sesin çıkmasını sağlayan Asya’nın güzel gülüşlü, iyi yürekli annesiydi. Asya annesine bir şey demeden nefes nefese odasına koştu ve çantasını hazırlamaya başladı. Annesi onun bu acelesinin sebebini merak eden bir ses tonuyla:

-Kızım hayırdır, bu acelen ne, ne oldu?

Asya:

-Anne, öğretmen yarın geziye gideceğimizi söyledi, çok heyecanlıyım.

Anne:

-Peki ya, benim niye bundan haberim yok hanımefendi.

Asya:

-Ama anne, öğretmen de bize izin kâğıdımızı daha bugün verdi. “Aileniz izin verirse, bu izin kâğıdını imzalatıp getirin.” dedi. Hadi anne, imzala da şu izin kâğıdını, biricik kızın gidip gezsin, güzel yerler görüp gelip biricik annesine anlatsın.

Annesi uzatılan kâğıdı biraz şaşkın biraz da kızgın yüz ifadesiyle imzaladı ve:

-Sakın öğretmenin sözünden çıkma, gruptan ayrılma. Bak kızım bunları yapmazsan öğretmenini zor durumda bırakabilirsin, başın belaya girebilir. Gezip eğleneyim derken hem kendi gününü hem de arkadaşlarının gününü mahvedersin. İnsanlar senden dolayı mağdur olmasınlar. Hem sana bir şey olursa çok üzülürüm.

Asya, dudaklarından ufak bir tebessümü annesine fırlatarak, masum masum tamam der ve eşyalarını doldurduğu çatasını kapının önüne koydu. “Hım, her şey tamam sanırım, artık gezi saatini bekleyebilirim.” dedi ve koşarak odasına gitti, kıyafetleri ile birlikte yatağa atladı ve yatakta zıplamaya başladı. Yaklaşık 1 saat sonra annesi odaya geldiğinde odanın darmadağınık olduğunu görünce Asya’ya çok kızdı:

-Ben sana bir milyon kere bu odayı dağıtma, okuldan gelir gelmez üstünü değiştir, demiyor muyum? Ama yok, ben ne dersem diyeyim sen kafana eseni, canının istediğini yapıyorsun. Odanı dağıtarak beni çok üzüyorsun, seninle geçireceğimiz güzel saatleri odanı toplamana harcıyorum.

Asya annesinin bu sözlerinden sonra, annesini çok üzdüğünü onu zor durumda bıraktığını anlayıp annesinden özür diledi. Annesi odadan çıkıp mutfağa geçti. Ve yemek için hazırlıklara başladı.

   Birkaç saat sonra yemek hazır olmuştu ve hep birlikte mutfakta bulunan, dikdörtgeni andıran, ortası düz kenarları kıvrık ve üzerinde gül desenleriyle süslü olan örtü ile kaplı masada yemeklerini yemeye başladılar. Yemekte köfte, pilav, çorba ve salata vardı. Köfte ve salatayı Asya’nın babası, pilav ve çorbayı ise annesi yapmıştı. Evin bütün işlerini Asya’nın anne ve baba birlikte yapardı. Babasının yaptığı köfteyi çok beğenirdi, sadece kendisi değil herkes babasının yaptığı köfteyi çok beğenirdi. Nasıl başarırdı bilemezdi ama köfte yumuşacık, ısırılınca ağzında dağılan, insanı mutlu eden bir tat bırakırdı. Annesinin ise pilavı meşhurdu, tane tane bembeyaz rengiyle hoş bir tat bırakırdı ağızda. Yemek yendikten sonra sıra sofrayı toplamaya geldi. Asya her zamanki gibi sofrayı toplaması için annesine yardım etmeye başladı, tam tabakları tezgâha bırakacakken yanlışlıkla elinden kaydı ve tabaklar yere düşüp kırıldı. “Şangur şungur” sesler biter bitmez annesinin sesi geldi yan taraftan.

“-Kızım sana kaç kere dedim tabakları teker teker taşı, yine birden fazla tabağı tek seferde kaldırmışsın, odana git ve ben çağırıncaya kadar çıkma odandan” dedi.

Asya biraz düşününce annesinin kendisini bu tabak toplama konusunda en az yirmi kere uyarmış olabileceğini düşündü. Aslında daha öncede bu şekilde taşıdığı için tabak ve bardak kırdığı olmuştu. Yaptığı hatanın pişmanlığıyla yatağa uzandı ve her akşam yatmadan önce daldığı hayal dünyasına tekrar daldı. Dün gece bıraktığı yerden hayaline devam etti. En son bir şatoya gelmişti arkadaşlarıyla, onları bir uşak kapıda karşılamıştı ve devam etti hayaline: “Bir kapıdan giriyoruz içeri, kapının üzerindeki aslan ve kaplan resimleri çok güzelmiş. Sanırım bu ikisi çok iyi arkadaşlar, yoksa niye böyle gülümseyerek birbirlerine baksınlar. Aha şimdi de salona girdik, aman Allah’ım, ne kadar büyük bir salon, neredeyse bizim evin bütün odalarından 5 kat büyük bir yer. Off şu masaya bak hele, ne kadar da uzun, kesin bizim bütün sülale bu masaya sığar, sandalyeleri de çok güzelmiş. Hepsi farklı farklı renkte, benim en çok şu mavi olan hoşuma gitti, kesin şu masanın en başındaki büyük sandalyeye dedem oturur, eee en büyüğümüz o, başköşe onun hakkkııııııı. Horrrrr horrrrr horrrr”

Asya gözlerini açtı, üzerinde uykunun mahmurluğuyla pencereye koştu ve perdeyi araladı, gözleri yanmaya başlayınca gözlerini kısıp dışarı baktı ve sabah olduğunu gördü, heyecanla odasından çıkıp “Anne, anne neredesin?” diye bağırmaya başladı.

Anne:

-Kızım mutfaktayım, gel kahvaltı hazırladım, yap kahvaltını, geç kalma geziye, dedi.

Muftağa doğru giderken burnuna harika bir koku geldi, bu kokunun etkisiyle daha bir istekle yöneldi mutfağa, tam mutfağa girecekken aklına elini yüzünü yıkaması gerektiği geldi ve yönünü değiştirip banyoya gitti, elini yüzünü bir güzel yıkayıp mutfağa geçti. Babası sabah erken işe gitmek için evden çıkmıştı, annesiyle güzel bir kahvaltı yaptı. Annesi dün yaptığı uyarıları tekrarlayarak Asya’yı yolculadı.

Asya, aşağı inip servisin gelmesini bekledi, gittikçe heyecanı artıyordu. Birkaç dakika sonra okulun servisi geldi, Asya servise binip her zamanki yeri olan en arka koltuk cam kenarına oturdu. Bu koltuğa bayılıyordu, buraya kimsenin oturmasını istemezdi, zaten herkes de oranın Asya’ya ait olduğunu kabullendiğinden oturmazdı.

Bir buçuk sat sonra hayvanat bahçesine ulaştılar. Önce öğretmenleri indi servisten ve sonra öğrenciler taker taker inip ikişerli uzunlamasına sıra oldular.

Öğretmen :

-Sevgili çocuklar, hiç kimse gruptan ayrılmasın, kendi kafasına göre hareket etmesin yoksa başınız belaya girebilir. Hem ne demiş atalarımız “Yalnız koyunu kurt kapar”.

Öğretmenin uyarılarından sonra hayvanat bahçesini gezmeye başlarlar. İlk önce ördeklerin olduğu yere gelirler, yürüyüşleri çok komiklerine gider. Hele Erdal’ın onların yürüşlerini taklit etmesi hepsini çok güldürür. Biraz sonra yılanların olduğu bölüme gittiler, hepsi de çok korkuçtu, hiçbiri korkusundan kafeslere yaklaşmadı, uzaktan seyretti. Hemen onların yanındaki kafeste havuç yemekle meşgul, sevimli sevimli, uzun kulaklı tavşanlar vardı. Tam tavşanların bulunduğu kafesten ayrılacakken Asya’nın dikkattini renkli mi renkli bir kelebek çeker ve onun peşinden gitmeye başlar. Kelebek hayvanat bahçesinin yanındaki ormana gider. Asya da çitlerin altından geçerek kelebeğin peşinden gider. Ne kadar gittiğinin farkına vardığında artık iş işten geçmişti. Hayvanat bahçesi gözden kaybolmuştu. Ne yapacağını bilemedi. Bağırmaya başladı: “İmdat! Kimse yok mu? İmdaaaat! Kimse yok muuuuu?” bu şekilde ne kadar bağırdığını bilemedi. Zaman geçtikçe etraf kararmaya başlamıştı, etraf karardıkça korkusu da artmaya başladı. Kendi kendine “Annem de öğretmenim de uyarmıştı beni, keşke onları dinleseydim. Bak kayboldun işte, ne yapacaksın şimdi hııı?”. Asya kendi kendine söylenirken bir ses duydu. Dikkat kesilince bu sesin çalıların arkasından geldiğini fark etti. “Kimsin, çık ortaya, korkutma beni, öğretmenim siz misiniz yoksa?” diye seslend. Ama oradan ses çıkmadı, fakat o sesi kim çıkarıyorsa onun kendisine yaklaştığını hissediyordu. Birden çalıların arasından bir kurt zıplayıp Asya’nın önünde durdu. Kurdun gözleri kıpkırmızı, pençelere ve dişleri sipsivriydi. Asya çok korkmuştu, birden öğretmeninin söylediği atasözü aklına geldi ve kurda sordu:

-Acaba öğretmenimin bahsettiği kurt sen misin, yoksa beni kapmaya mı geldin?

Kurt :

– Evet o benim ve sen de yalnızsın, artık seni kimse elimdem kurtaramaz.

Asya:

-Ne olur bana dokunma. Bana bir şey olursa annem, babam, öğretmenim, arkadaşlarım çok üzülür. Bırak beni gideyim

Kurt:

-Uvvvvv, hah hah hah, bunları büyüklerin lafından çıkmadan önce düşünecektin, geçti artık. Bana ne senin annenden, babandan, etrafındaki diğer insanlardan.

Kurt Asya’nın yalvarmalarına aldırmadan bir pencesini Asya’nın kafasına vurdu ve Asya oracıkta bayıldı

Asya:

-Ben nerdeyim? Buraya nasıl geldim? Kurt neredesin, ne olur bana dokunma, dedi. Ve gözlerini iyice açınca kendisini yatağında ve annesini başucunda gördü.

Annesi göz yaşlarını sildi ve şöyle dedi.

-Sana kampta uslu dur demiştim. Sen yine beni dinlemedin, öğretmenin sözünü de dinlememişsin. Gruptan ayrılıp ormanın ortasında bir kurtla karşılaşmışsın. Kurt sana saldırmış ve bayılmışsın, neyse ki ormanda dolaşan bir görevli seni kurtarmış ve formandan öğrenci olduğunu anlamış, öğretmenin yanına götürmüş, öğretmenin çok korkmuş, herkesi çok korkuttun, kızım sana bir şey olsaydı biz ne yapardık?

Asya, annesinin anlattıklarını duyunca çok üzüldü, keşke büyüklerinin sözünü dinleseydim diye pişmanlık duydu. Kendi kendine söz verdi. Bundan böyle büyüklerini sözlerini dinleyecekti.

Anne:

-Asya… Asya… Asya… Kızım uyan, hadi bak geziye geç kalıcaksın.

Asya:

-Ohhh beeee, neyse ki rüyaymış! Ama bu rüya bana ders oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir