Şimdiye kadar Nurları okuyan ve ondan istifade eden pek çok kişi Risale-i Nur’lar hakkında duygu ve düşüncelerini açıklamıştır. Biz de bu yazımızda kendi düşünce dünyamızdan aksettiği kadarıyla Nurları tanıtmaya çalışalım.
Öncelikle Risale-i Nurlar sıra dışı bir kapak ve cilt ile karşılar bizi. Eğer 1400 yıldır hiç durmadan yazılan İslam eserleri ile dolu milyonlarca ciltten müteşekkil bir kütüphane farz etsek, Risale-i Nur’ları o kitaplar arasından ayırt etmek hiç de zor olmaz. Cezbedici, canlı bir kırmızı ve yaldızlı yazılarıyla uzaktan adeta göz kırpar size ve yanına çağırır, “yaklaş, gel, ben farklıyım” der. Yaklaşıp o güzel ciltlenmiş kitabı elinize alıp yakından baktığınızda yine o canlı kırmızı bütün cazibesi ile bu sefer kulağınıza fısıldar, “haydi kapağımı aç” der.
Daha ilk bakışta, dikkatinizi çeken ve cazibesiyle sizi içeri davet eden bu kitap, tam anlamıyla orijinal olduğunu, farklı olduğunu sessiz bir çığlık ile ilan etmektedir. Yepyeni bir yenidir, tazedir, yeni bir soluk, bir bakış açısıdır. Klasiğe takılı kalanlar, ondan kopamayanlara bu farklılık birden fazla gelebilir. Aşina olmadığı yabancılara kolay ünsiyet edemeyen, yeniliklere açık olmayan kasır nazarlara bu farklılık aşırı gelebilir. Bu yüzden bir grup, onun sadece bu cazibeli farklılığından bile elleri yanar ve ister istemez onu kütüphanede yerine bırakırken, aşina olduğu eski-klasiğe doğru kayar. Kendisini gerçekten istemeyen, talep etmeyen, tahkik ehli olmayan yüzeysel nazarlardan gizlenir, peçesini açmaz, esrarını saklar Nurlar.
Bunlardan diğer bir kısmı ise, o farklı kırmızının içine girer, kapağını açar. Ancak bu sefer de yine çok farklı bir üslup ve tarz ile karşılaşılır. Temsiller, hikâyeler, bolca Osmanlıca kelimeler, deliller ve ispatlar vardır. Klasiğe ve geleneğe müptela insan bu yeni tarz karşısında bocalar. Tepeden inme, yukarıdan aşağıya yapılması gereken işleri listeler halinde yerine getirmeye alışkın okuyucu sürekli insanı akla ve tefekküre davet eden, sorgulayan, deliller serdeden, bir delil ile yetinmeyip peşi sıra onlarca delili sıralayan, insanı sorgusuz itaat yerine, tahkike, araştırmaya sevk eden bu tarz karşısında bocalar. Nice kişiler bu bocalamayla kapağını kapayarak skolastiğe saplanmak zorunda kalmıştır. Kendisini ısrarla talep etmeyen, müşterisi olmayan ve sebatsız kimselere peçesini kolayca indirmez bu nurlu güzel.
Bir grup da vardır ki, bunlar sebatla talep ederler, müşterisi olurlar. Farklı bir şey var bunda der, kurcalar. Okur, okur… İlk başta birkaç kelime, son birkaç cümle paragraf derken mefhumları anlamaya başlar. Onun baştanbaşa hakikatler mecmuası olduğunu, hakayük-ül hakayik, kışırsız lüblerden meydana gelmiş, Kur’an nurları ve elmas hakikatleri olduğunu derk eder. Doyulmaz hazlara, feyizlere, marifete gark olur. Kulaç atmaya başlar o okyanusta, ucu bucağı olmayan bu marifet denizinin ne sahili vardır, ne de dalga boyunun ölçüsü.
Evet, Risale-i Nurlar kendisini ısrarla talep edene, isteyene açar, indirir peçesini. Kur’an’ın manevi i’câzının lemaları parıldar, esrar-ı Kur’aniye faş olunur her bir mefhumunun, hakikatinin içinde. Onunla bütün dalaletli, küfürlü fikirler yok olur. Şüpheler vesveseler zail olur. Konuşan yalnız hakikattir. İçinde çer çöp, çalı çırpı yoktur.
Risale-i Nurlar, adı üstünde, nur risaleleridir. Her bir risalesiyle nice karanlık gönüler aydınlanır, zulumatlar nurlanır. O içine girene, her bir şeyi bir harf gibi sanatkârı namına okutmayı, tüm eşyayı yerli yerine koymayı öğretir. Onu dikkatle okuyan elektrik lambasının düğmesine dokunulduğunda her şeyi görmeye başlaması gibi, o nur ile tüm kâinatı ve eşyayı yerli yerinde görmeye başlar.
Onun talebesi hakikatin talebesidir. Bir hakikat için binlerle ruhu olsa feda edebilecek duruma gelen talebe, artık kimsenin önünde değil, sadece aşığı olduğu hakikatin önünde eğilir. Kazandığı istiklaliyet ile artık kimse önünde el pençe divan durmaya gerek duymaz, tam bir istiğna ve ihlas ile Rabb’ine giden yolu bulur, gizli bir kutup olur da, kendisini kendisi bile bilmez. Çünkü hıfzeder Rabb’i onu, hem başkalarının hem kendisinin şerrinden.
İşte böyledir Risale-i Nur’lar. Ona ön yargılı, peşin hükümlü yaklaşamamak gerekir. Sabık malumatlarıyla, bohçalarındaki gereksiz bilgileri silkelemeden ona yaklaşanlar, zarfıyla oyalananlar, mazrufundaki ihtişamlı nurdan nurlanamazlar.
Nurları anlatmaya ehil olmayan biri olarak hocamın Nurları tanıtan birkaç veciz cümlesini siz değerli okurların dikkatine sunuyorum:[1]
- Mehdiyyetin zarfındaki zinetle oyalananlar mazrufundaki ihtişamlı NURDAN nurlanamadılar.
- NURLARIN her risalesinde büyük bir hazine vardır. Her nükte, hikmet ve hakikatının da müstesna mücevherler olduğunda hiç şüphem yok. Bunlarla alış-veriş yapanlar hemen teyid ederler, tasdik ederler.
- NURLAR mesleğinde skolastik batağının çamuru yoktur.
- NURLAR suretinde intişar ve nüzul eden hakaikten ileri derecede istifadeler istihdamen olduğu halde onun rahmet hazinelerinden açılmış bir KUR’ANİ kapı olduğunu basiretle görüp teveccüh etmek lazım gelir. Ulum-u aliyede kemal ve ruhen, kalben tefeyyüz için de ona gerçek bir surette kat’iyetle intisap edilmelidir.
- NURLAR okyanusunun sahili bulunmadı, dalga boyu ölçülmedi.
- NURLAR kendisine samimiyetle yaklaşanları hayata taşıyor, manevi hayata taşıyor, ebedi hayata taşıyor, hakiki insana taşıyor, kemale taşıyor.
- Mesnevi-i Nuriye’den okuyorum. Doyulmaz bir haz içindeyim.
- NURLAR için tedkik ve tahkike dayanarak (bütün ulumun fevkinde) hakayık-ül hakayıktır demekten hiç perva etmiyorum.
- NURLAR müntesibine harekâtı, istiklaliyeti, mükemmel yaşamayı ders veriyor. Asrın ehlini izzet-i insaniyeye terakki ettirmek için manileri bertaraf ederek, yolları açıyor.
- NURLAR hakikatından feyizler ve istifadeler kapısını açacak sır İHLAS ve SAMİMİYETTİR.
[1] Ahmed İhsan Genç, Nurlar Hakkında Düşüncelerim