Ahmet Çetin
Ahmed İhsan (GENÇ) Ağabey, Fatih’te bir Perşembe dersi, Risale-i Nur’da daha önceden ümmetin maarif hazinesi ve fikrî mahsulatında görülmemiş yüzden fazla orijinal, taravettar semereler var diyerek bunlardan müstesna bir misali de “şeriat-ı fıtrîye” olarak zikretmişti. Açıkçası o tatlı dersi tüm dünyaya, bilhassa Müslümanlara ve belki daha da önce tüm Nur kardeşlerimize duyurmak lazım. Aklımda kaldığı kadarıyla kendi üslubumla dersin ilk kısımlarını aktarmak istiyorum. Daha sonra da Risale-i Nur’dan bu meseleye dair okuduğumuz derslerin semeresini paylaşacağım.
Öncelikle son derece iddialı bir ifade ile Risale-i Nur’da daha önce ümmetin fikir hayatında misli ve benzeri görülmemiş yüzlerce mesele var diyebilmek ciddî bir okuma, tahkikat ve tetkikatı icap eder. Zaten Ahmed İhsan Ağabey de o gün Risale-i Nur’un da kıymetini nazara verebilmek ve dikkatimizi çekmek için “Kardeşler, biz Risale-i Nur’a gelinceye kadar çuvallara kitaplar okuduk” diyerek hemen öncesinde meseleye afakî ve tahkiksiz yaklaşmadığını anlatmıştı. Buna rağmen Ahmed İhsan Ağabey okuduklarında kimseye soramadığı, hatta nice büyüklerimizin eserlerinde dahi arayıp da cevaplarını bulamadığı bu asra mahsus müşkül sualler ve güncel meselelerimizin Risale-i Nur’da halledildiğini ifade ederek devam etmişti. Evet, elimizde muazzam bir hazine var. İşte bu hazinden bir misal, aslında kendisi de başlı başına bir hazine değerinde olan “Şeriat-ı Fıtriye” meselesinden bize bazı pırlantalar gösterdi.
Peki, şeriat-ı fıtriye nedir? Ahmed İhsan Ağabey, “Kardeşler, biz şimdi şeriat kaç tanedir diye kime sorsak bizi yanlış anlarlar; ya cevap veremezler veya ‘Kaç tane olacak, bir tanedir; o da Kur’an’dır’ derler. Hatta biz şimdi hocalara da sorsak, bizi tefe koyarlar… Bunlar bid’atçi derler” diye meselenin hazımsızlık yapabilme ihtimaline vurgu yapmıştı. Çünkü bu zamana kadar kimsenin bildiği bir şey değil. Nerden çıktı şimdi bu? “Kardeşler biliyor musunuz biz iki şeriatla mes’uluz?” diye yine düşündürerek; Risale-i Nur bildiğimiz Kur’an şeriatından hariç bize ikinci bir şeriatı haber ve ders veriyor şeklinde söylerdi. Evet, şeriat-ı fıtriye Allah’ın yaratma nizamı, yaratılış kanunlarıdır. Münzel, yani nazil olup indirilen Kur’an şeriatı nasıl ki Allah’ın “Kelâm” sıfatından ileri geliyor, tekvinî şeriat dediğimiz Şeriat-ı Fıtriye ise -sünnetullah veya adetullah da denilebilir- Allah’ın tekvin, kudret veya irade sıfatlarından neş’et ediyor. Bu noktada Hakikat Çekirdekleri diyor ki:
“Şeriat ikidir. Birincisi, âlem-i asgar olan insanın ef’al ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelamdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkincisi, insan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenâtını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki, bazan yanlış olarak tabiat tesmiye edilir.”[1]
İşte âlemin harekât ve sekenâtını tanzim edip, onu mükemmel bir kitap hâline getirerek mevsimler sayfaları, gece ve gündüz gibi cümleleri, ağaçlar kelimeleri ve çekirdek gibi noktalarıyla mücessem ne kadar çok manaları ifade ediyor. Beşer ism-i Hakîm cilvesinden istifade ile bu en büyük kitabı sürekli okuyor, bir marifet, ilim ve hikmet temin ediyor. Hatta hakiki fenn-i hikmet veya diğer bir tabirle günümüz bilimleri hep bu büyük kitabın bir derece okunarak anlaşılmasından ortaya çıkmıştır ve çıkıyor. Beşeriyet bütün kütüphanelerini farkında olarak veya olmayarak bu kitabın cümleler, kelimeler, harfler ve hatta noktalarını okuyarak yazıyor. Mesela bir ağacın ruh programının küçücük ve basit çekirdeğinde dercedilip yazılışına intikal eden insan, bir nakışta bin nakşı nakş eden Zât’a da intikal edebilir. Evet, Rabbi’ne intikal etmiyorsa da hayretinden yüzeysel bir nazarla dahi olsa yine ondan çok ciddi istifadeler ile mesela DNA’sını keşfedip buluyor, kendi -günümüz- genetik teknolojisini geliştiriyor veya bir yazılım mühendisi bu çekirdeğin programlanışından nice dersler çıkarıyor. Üniversitelerimizde malum “Doğa Bilimleri” diye bölümlerimiz var. Elbette şeriat-ı fıtriye doğadan, doğal kanun diye isimlendirilen itibarî kuvvetlerden ibaret değil, zira büyük ölçüde tabiatın ve küçük ölçüde insanın tabiatının, daha doğrusu fıtratın bize lisan-ı haliyle söylediği sonsuz hakikatler var. Hem mesela bizim dar ufkumuzla ihatasından aciz kaldığımız kâinatta, tabiatta, hatta her şeyde tesadüfe tesadüf edilemeyecek bir “şiddet-i intizam”[2] kanunu var.
Yaratılış ağacının meyvesi, bir ağaç gibi her yere dal budak salan âlem-i ekberin küçük bir misali olan âlem-i asgar denilen bir insan, kendi mahiyeti itibariyle; yani fıtratının camiiyetinde ne istidat çekirdekleri ve tohumları gizliyor. Bunlar, şeriat-ı fıtrîyenin hikmet ve hakikatleri olarak nerede sümbüllenecek? Ağacın bütününde cereyan eden nizam ağacın meyvelerinde cereyan etmeyecek mi? Bir meyve bir ağacı netice verecek ise, halife-i arz olan ve âlemin süzülmüş bir enmuzeci olan insan neyi semere verecek? Şeriat-ı fıtriye bizlere çok dersler veriyor. Elbette bunlar okunarak anlaşılacak, Risale-i Nur’da “mücessem Kurân” olarak da isimlendirilen bu kitab-ı kebir-i kâinatın ayetleri olan mahlûkat ne ifade ediyor ki bu kadar ehemmiyet kesbediyor? Kur’ân bize sürekli bu ikiz kardeşi olan mücessem Kur’an’dan Rabbimizin marifetini temin edebileceğimiz ayetleri okuyor. Çokça “Yedi kat semavat ve arzı yaratan O’dur”, “Yedi kat semavât ve arzın Rabbi O’dur” diyor. “Akletmezler mi?” “Düşünmezler mi?”, “Ve Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin.”, “Bak! (Allah’ın rahmet eserlerine)”, “Oku! (Yaratan Rabbinin adıyla oku!)” gibi ayetlerle Makro âlemden de mikro âlemden de ne güzel misaller veriyor.
Zira Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım.”
(Risale-i Nur)
Evet, âlemin harekât ve sekenâtını tanzim edip, nizam altına alan fıtrî şeriata her bir fen mükemmel şahitlik ediyor ve Rabbimiz bizi bu iki şeriata da riayetle mükellef kılıyor. Nasıl mı şahitlik ediyor? Zira her bir fen ve bilim küllî kaidelerin toplamından ibarettir diyen Risale-i Nur; bunun onları birer kanun hâline getirdiğini ifade ediyor. İşte bu mühendislikler, tıp, hukuk, askeriye, ticaret, ziraat, biyoloji, fizik ve kimya kanunları veya herhangi bir fende cereyan eden kurallar, kuvvetler, kaideler aslında hep bir nizamın tezahürü değil mi? İşte bu kanunların mecmuası âlem kitabına şeriat-ı fıtrîye ismi verilmesi ne kadar makul ve ne kadar güzel! İşte Risale-i Nur bizlere böyle birbirini şerh edip gösteren iki şeriat ve iki kitabı ne güzel ders veriyor. Merak edenleri Risale-i Nur’un derslerine havale ediyoruz. Madde ve mananın bir bütünlük içinde nasıl BİR’i gösteren sonsuz şahitler olduğunu görsünler ve en güzel şekilde işitsinler.
“Zira Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım.”
Hayatımın en kıymetli derslerinden biri olarak gördüğüm bu şeriat-ı fıtriye dersini yazarken kusur etmişsem önce Rabbim beni ve sonra anlayışıma yardım edenleri affetsin. Bizi ve bu yazıyı okuyanları ihlas-ı tam ile muvaffak kılıp rızası istikametinde terakki ettirsin ve bu derslere vesile olan Ahmed İhsan Hocamızdan da ebeden, daimen razı olsun. Bizler her iki şeriata karşı da mükellefiyetlerini layıkıyla icra edip ahirette Rabbimiz, Efendimiz (Aleyhissalatuvesselam) ve Üstadımız’ın (Radıyallahu anh) huzuruna alnımızın akıyla çıkarız inşallah. Şeriat-ı fıtrîye üzerine çalışmak ve devam etmek hususunda bu aciz ve günahkâr kardeşinize dualarınızla yardımınızı istiyorum.
Sözlük:
Şeriat-ı münzele: Allah’ın kitaplarıyla indirmiş olduğu ve kulların uymakla yükümlü olduğu şer’i kanunlar.
Şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yarattığı, kainatta cari olan kevnî tabiat kanunları.
Âlem-i ekber: Büyük alem, kâinat âlemi
Âlem-i asgar: Küçük âlem, insan âlemi
Enmuzeç: Numune, örnek
Mücessem: Cisimleşmiş
[1] Hakikat Çekirdekleri (Risale-i Nur, Mektubat Kitabı)
[2] Herşeyin mükemmel bir intizam içinde olması.