Clicky

SUYA SABUNA DOKUN

“Suya sabuna dokunmamak” diye bir deyim vardır ya.. Peki, kimler için kullanılır bu tabir?

Pasaklılar?

Suyu sevmeyenler?

Tembeller için mi yoksa?

Su ve sabun bir araya geldiğinde; kirden arındırır, ayırır…

Ayrıştırır; kir neredeyse oradan ayrıştırır… Kalır temizi geriye.

Taraf tutmak gibi;

Ya temiz ya pis olmayı seçmek.

Tek taraf.. Tek hedef.

Hedefe kilitlenmek belki;

Aslanın avına,

Uzay mekiğinin ay’a,

Bombanın düşeceği yere,

Bir orkanın balina yavrusuna,

Navigasyonun varış noktasına kilitlendiği gibi..

******

“Ama çok istedim anne.. olmadı işte.” diyordu Rıfat. Yine kazanamamıştı üniversite sınavını. Bu kaçıncı girişi o bile unutmuştu. Bir memur maaşı ile daha ne kadar her sene dershaneye gönderebilirdi ki babası onu?

Babası bir köşede sessizce, başını iki elinin arasında, dalıp gitmişti hüzünlü bir film izler gibi; kaygılı bakışları ve hüzün, ne kadar da yüzünün çizgilerini derinleştirmişti.

Ya annesi? Diliyle teskin etmeye ve ümitlendirmeye çalışsa da oğlunu; içi kan ağlıyordu.

Babasının aniden oturduğu yerden  kalkışıyla, sessizlik delindi birden;

  • “Yok oğlum yok.. hiç suya sabuna dokunmadın ki..” diyivermişti.

******

Tohum ile toprağı buluşturmadan ekin bekleyen çiftçi,

Oğul arılar tarafından sokulmayı göze almayan arıcı,

Ateşin karşısında saatlerce kalmayı göze almayan fırıncı,

İsteklerine ve hedeflerine nasıl ulaşabilir ki,

Hiçbir şey yapmadan

Yalnızca isteyerek,

Söz vererek,

Evrene mesaj göndererek,

Ağlayarak mı ulaşacak insan hedeflerine ?

*******

– “Olmuyor baba olmuyor, ne yapayim? Ben sizden daha çok istiyorum üniversiteyi kazanmayı..

Ahmet’in gibi bir çalışma odam mı var sanki? Tabii onun tuzu kuru..

Ya Selin? Ona da babası özel ders aldırdı.

Ya Mehmet…”

Babası daha fazla dayanamamıştı bahaneleri dinlemeye… Kapıyı vurup çıkmıştı bile. Ama Rıfat hala devam ediyordu; kendini kandırmaya ve kendini ikna etmek için ürettiği bahaneleri saymaya.

Bahaneler… bahaneler…

Oysa hepsi de biliyordu gerçeği. Babasının dediği gibi, “hiç suya sabuna dokunmamıştı ki!

Kalem ile kağıdı hiç bir araya getirmemiş,

Hocanın anlattıkları kulağına hiç girmemiş,

Günler boyunca 1 problem bile Zihnini meşgul etmemiş,

Gözleri kitap sayfalarını es geçmiş,

Ödevini yapmak için geceler boyu dirsek  çürütmemişti ki masada,

Sızmamıştı ki masanın başında yanağında izi kalsın defterin kalemin.

Sizin anlayacağınız ne sabunu ne de suyu hiç bir araya getirmemişti ki…

Hiç dokunmamıştı ki onlara;

Onların hiç biri TEMAS etmemişti Rıfat’a.

*****

Oysa istemek; DOKUNMAKTIR suya sabuna.

Tohuma ve toprağa dokunmadan ekini,

Çamura ve suya dokunmadın şekil alan testiyi,

Kaleme ve kağıda dokunmadan makaleyi,

Kazmaya ve dağa dokunmadan Şirin’i,

Oltaya yeme dokunmadan balığı beklemek…

İnsann gülesi hatta “Bekle! Hayat sana da güler” diyesi var böylesine.

Dolu elle neye dokunabilir ki insan?

Suya sabuna dokunmak için elindekileri bırakmak gerekir çoğu zaman..

Bazen hayatından çıkarmak,

Bazen arkada bırakmak,

Bazen ertelemek,

Bazen sakınmak..

Sırt çevirmek gerek; yüzünü hedefine dönebilmek için.

Ve varmak için yürümek.

Yerinde sayan biri yürümüş olabilir mi yolu?

Hedefine ulaşmak isteyen yolcu gibi.

Evini,

Yoldaki bütün cazibeli yerleri,

Sevdiklerini,

Rahatını,

Arkada bırakmayan yolcu var mıdır acaba?

Geride, arkada bırakacaksın; seni yoldan çıkaracak ne varsa…

Bazen televizyon,

Bazen arkadaş,

Bazen uyku,

Bazen top,

Bazen telefon,

Ve sor kendine;

“Bu elimdeki hedefime ulaştırabilir mi beni?

Yoksa bana yük mü engel mi?”

Elinde avucunda,

Çevrende,

Yakınında,

Düşüncelerinde ne varsa…

Suya sabuna dokun, yıka, temizle hepsini…

 

 “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık”

(İsra, 13)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir