Bilimsel Tefekkür

İnsanın İdeal (!) Şartları Hazırlama Yönündeki Müdahalesinin Acı Sonuçları

Paylaş:

Rabbimiz, “Olur ki hoşlanmadığınız bir şey, sizin için hayırlıdır. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey, sizin için şerlidir. İşin gerçeğini Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara, 216)” buyurur. 

Doç.Dr.Fatih Tufan

İnsan, bazı şeyleri değiştirdiğinde çok güzel neticeler elde edeceğini zanneder. Hâlbuki kâinatla öncelikli ilişkimiz onu bir kitap gibi okumamız ve ondan ders almamız olmalıdır. Kâinattaki kanunları öğrenip onlara uygun hareket etmekle hem umumi düzeni bozmaktan korunmuş oluruz hem de insanlık âlemi için faydalı keşifler yapma yoluna girebiliriz. İnsanın müdahaleleri, Rabb’imizin izni dairesinde, yani teşrî (dinî) ve tekvinî (kâinattaki) ayetlere uygun şekilde olmalıdır. Ancak bu durumda yapılan müdahalelerden hayırlı ve güzel neticeler beklenebilir. 

Bu bağlamda hayvanlar, rızıklarını arama ve zararlılardan korunma hususlarında zahiren bazı meşakkatler çekiyor olsalar da esasında bu zorluklar karşısındaki gayretleri, onların kabiliyetlerini geliştirir. Bu zorlukların (!), insan eliyle ortadan kaldırılması, o hayvanların kabiliyetlerinin körelmesine yol açar. Neticede Rabb’imizin koyduğu yaratılış kanunlarına zıt müdahaleler genellikle tahribat ve hüsranla sonuçlanır. 

Fıtratın çizgisi en düzgün, nakışı en süslüdür… Ona, kudret kaleminden başka kalem karışırsa o güzelliğine gölge düşer. 

KUŞ SÜTÜ

Kur’an-ı Kerim’de, şeytanın, insanı yanlış müdahaleler yapmaya yönlendirme konusundaki planları şu şekilde bildirilmiştir: “Senin kullarından mutlaka bir pay edineceğim. Mutlaka onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa, 118-119). Ayet-i kerime bu ifadenin ardından şu fezleke ile devam eder: “Her kim, Allah’ın yerine şeytanı dost edinirse şüphesiz besbelli bir ziyana girmiştir.” (Nisa, 119) Evet, Allah’ın yaratmış olduğu mükemmel sanat ve düzeni değiştirme yönündeki müdahaleler, er ya da geç ziyan ile sonuçlanır.

1960’lı yıllarda yapılan “Evren 25” isimli bir deneyde, fareler için ideal (!) şartların bulunduğu bir ortamın, fare nüfusu ve davranışları üzerine etkileri incelenmiş (1). Bu deney ortamının temel özellikleri şunlarmış: farelere sürekli ve yeterli miktarda yiyecek ve içecek sunulması, iklim koşullarının ideal olması, fareleri tehdit edebilecek canlıların bu ortama ulaşamaması ve farelerin sağlık sorunları yönünden sürekli gözetimden geçirilmeleri… Fareler, bu ortamı tanıyıp uyum sağladıktan sonra hızla üreyip çoğalmaya başlamışlar. Farelerin sayısı, iki bini aştığında ise beklenmedik şeyler olmaya başlamış. Normalde erkek fareler, yuva kurabilmek için rakip erkeklerle mücadele ederlermiş. Galip olan erkek, yuvasını kurar ve ailesini korurmuş. Mağlup olan erkek ise ortamı terk edermiş. Bu ideal (!) deney ortamında erkeklerin çok fazla rakipleri olmaya başlamış ve sonunda erkekler ailelerini terk etmeye başlamışlar. Mağlup olanlar ise ortamdan yeterince uzaklaşamamış ve diğer fareler tarafından sürekli bir şekilde saldırıya maruz hale gelmişler. Anne fareler, normalde yavrularıyla yeterli bir süre boyunca ilgilenirlerken bu aşamada yavrularını erkenden yuvadan atmaya başlamışlar. Sonuçta fareler arasındaki sosyal bağlar kopmuş ve aile ilişkileri bozulmuş. Bir süre sonra araştırıcıların “güzel bireyler” olarak isimlendirdiği bir kuşak meydana gelmiş. Bu yeni kuşak, yalnız vücut temizliklerini yapıyor ve yiyip içiyorlarmış. Yuva kurmuyor, üremiyor ve olaylara tepki vermiyorlarmış. Araştırmayı yürüten Dr. Calhoun, bu aşamayı, birinci ölüm olan “ruh ölümü” diye tanımlamış. Bu aşamadan sonra farelerin sayısı, hızla azalmaya başlamış ve sonuçta farelerin hepsi ölmüş.

Bu deneyden çıkarabileceğimiz neticelerden biri şudur ki canlıların kabiliyetlerinin yeterince gelişebilmesi için rızık temini ve zararlılardan kaçınma gibi aktivitelerde belli bir çaba sarf etmeleri gerekir. Bu konuda canlılar, acizlik ve zayıflıkları nispetinde yardım görürler. Mesela hayvanların küçük yavruları, genellikle yuvada durur ve ebeveynleri tarafından beslenip korunurlar. Biraz büyüdüklerinde ise artık rızıklarını aramaları ve zararlılardan korunmaları için hayata atılır, çalışıp gayret göstermek durumunda kalırlar. Ağaç gibi yerinden hareket edemeyen canlıların rızıkları, onların ayaklarına kadar gelir. Tilki gibi zeki hayvanlar ise rızık temini için çok çalışır fakat yine de zayıf kalırlar. Gücü kuvveti yerinde olan bir canlıya, rızkının en küçük bir çaba dahi sergilemeden ulaştırılması ve kaçınma davranışı sergilemesi gereken hiçbir zararlı ile karşılaşmaması, zamanla onun kabiliyetlerini köreltir. Ayrıca hayvanların, aile kurma ve yuva hazırlama gibi sosyal gelişimlerini sağlayan ideal koşulların, insanın vehmindeki ideal (!) şartlarla değiştirilmesi de bu canlıların sosyal yapılarını bozar.

Rahmeti sonsuz Rabb’imiz, dengi kurulamayacak mükemmel bir sistem kurmuştur. Bu sistemde canlı grupları, birbirleri ile sürekli etkileşim hâlindedirler. Canlıların birbirleri ile muamelesi kısmen ve zahiren mücadele gibi olsa da genel manada ve çoğunlukla yardımlaşma ve dayanışma üzerine kurulmuştur. İnsanın vazifesi, kâinat kitabını “Rabbinin adıyla…” (Alak, 1) okumak, bu kitaptan ders ve ibret almak, ondaki kanunlara uygun hareket etmektir. Canlıların, Rabbimizin sevki ile gerçekleştirdikleri yardımlaşma ve dayanışmayı, irademizin hakkını vererek yerine getirmektir.

Kaynaklar

  1. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1644264/pdf/procrsmed00338-0007.pdf

2 Yorum

  • Ahmet Çetin
    Ahmet Çetin 28 Ekim 2025

    Fıtrattaki mücadele ve mücahede kanunları da insanı başka şekillerde yetiştiriyor demek ki. Allah razı olsun.

  • Ahmet Çetin
    Ahmet Çetin 28 Ekim 2025

    Teşekkürler. Fıtrattaki mücadele ve mücahede kanunları da insanı başka şekillerde yetiştiriyor demek ki. Allah razı olsun.

Bir yanıt yazın