Bugün günlerden cumartesi. Hafta sonu tatili. Hava güzel ve güneşli. Her heves sahibini, hevesine ulaştırabileceğini vaat ediyor bugün; kimisi arkadaşlarıyla buluşuyor, sinemaya, tiyatroya gidiyor. Kimisi formasını giymiş, takımının maçı için, erkenden yollara düşmüş. Kimisi hafta sonu kurslarına koşturuyor, olur da dünyaca daha iyi bir yere gelirim umuduyla. Alışveriş merkezlerinin oto parklarında boş yer bulmak kolay değil. İnsanlarda bir heyecan ve telaş.. Sayılı dakikalardan kaybetmek istemiyor hiç kimse. Otobüsler, metrolar, metrobüsler, her biri birkaç dakika arayla lebalep dolu kalkıyor. Marmaray’ın merdivenlerinden insan seli akıyor. Hevesi herkesi alnından tutmuş yakalamış, birkaç dakikalık dünyevi zevki için çekip götürüyor varacağı yere.
Benim de bir planım var bugün. Fatih’te Cumartesi dersimiz var. Öğleden önce işlerimi tamamladıktan sonra hızlıca dersimize doğru gitmek için kalbimde ciddi bir şevk ve iştiyak oluşuyor. Herhalde birisi kalp telefonu ile bir çağrı bıraktı. “Haydi Zühdü, haydi, koşarak gel” diyor. “Her neredeysen ve ne işle meşgulsen o işi bırak ve koşarak gel”. Ben de hızlı adamlarla akın akın bir yerlere akan insan seline kapılmadan dersimize doğru yolumu bulmaya çalışıyorum. Hedefim bir an önce karaya varmak, bu mânen boğucu, dalaletli, dünyevî havadan boğulmadan ve gark olmadan sahil-i selamete, Kur’anî dostlarımın, kardeşlerimin ve ruhanî arkadaşlarımın meclisine varmak.
Ben içeri girdiğimde yer masamızda küçük bir ikindi sofrası kurulmuş. Taze çay, bir parça ekmek, zeytin ve omlet eşliğinde hafif bir ikindi kahvaltısı. Hoca’mız ve bazı ağabey-kardeşlerimiz çoktan teşrif etmişler.. Gençlerimizin de bazıları heyecanla gelecek akranlarını bekliyorlar..
Bir şeyler atıştırıldıktan sonra çaylarımızı içmek için hafifçe arkamıza yaslanıyoruz.. İkindi namazına az bir süre var.. Bu ilim meclisinde vakit çok kıymetli.. Boşa geçirilmemeli hiç bir an.. Derken birisi girift bir soru atıyor ortaya.. Bu soru öyle her yerde kolayca çözümlenebilecek sorulardan değil.. Ancak Hoca’mız her zamanki gibi kendinden emin hazık bir hekim gibi bir reçete ve çözüm ile kolayca cevaplıyor bu soruyu, Nurlardan birçok örnekle.
Bu sırada hafif aralık demirden kapımız sık sık açılıyor ve her açılışta o günün dalaletli selinden kendini kurtarmayı başarmış ve dershanemize ulaşabilmiş asrın kahramanlarından birisi daha adımını atıyor. Her bir ruhun röntgeni çekiliyor adımını atar atmaz, hem hazır melekler hem de basiret sahibi insler tarafından. Ruhunda varsa bozuk, asabi ve hastalıklı tarafı birazdan asrın Kur’anî, şifalı ilaç ve devalarıyla uhuvvet atmosferinde tamir ve rehabilite edilecek. Kalp ve ruh imanî Nurlarla, sevgiyle, sadakatle, uhuvvetle dolacak. Sekine inecek, meleklerin tebrik ve alkışları eşliğinde. Her birisi yalvaracak insî dostları adına mağfiret ve saadet-i ebediyeleri için. Sonra kim bilir hangi mübarek bir Ruhanînin teşrifi için bir vasat oluşacak.
İşte ezan okunuyor. (tevafuk: yazının bu kısmında ezan başladı). Hoca’mız ezan okunur okunmaz kıldırır bize namazlarımızı. Sofra hızlıca kalkıyor, şimdi başka manevî bir sofra kuruluyor, seccadeler seriliyor. İmam Ağabey’imiz o güzel sesi ve yüzüyle imamete geçiyor.
Tesbihatımızı yapıyoruz, sonra Osmanlıca risaleleri dağıtıyor bir kardeş. Her bir kardeş (okuyabilenler) bir parça okuyor, diğerleri takip ediyor. Şerh gerekli ise veya anlaşılmayan bir konu varsa Hoca’mız izah ve şerh ediyor. Sonra ara verilince kucaklaşma, sohbet muhabbet faslı başlıyor. Sonra yeni bir namaz vakti daha geliyor. İşte saatlerimiz böyle geçiyor, ilim, ibadet, dua, zikir.. Ve tabii ki kardeşlerimizle muhabbet, sohbet. Ne gıybet var, ne iftira, ne de boş laf. Bugün inşallah amel defterimize hâsılat-ı ömürden müstakil bir cevher ve altın bir yaprak oluyor. Biz cumartesi selini asrın günahlarından korunarak “Nuh’un gemisinde, emniyette ve selamette, huzur ile geçiriyoruz.”
Zühdü