Ahmet Feyzullah Özkul
Bir koza hücresine kendini kapayan küçük böcek ilk hayatını feda eder, ikinci bir hayatın ona bahşedileceğinden emin bir güvenceyle kendini o örülü odacığa teslim eder.
Oysaki hayatından memnundur. Dallar onun yolu, ağaçlar evi, yapraklar yiyeceğidir. Endamıyla da ilgi çeken bir özelliktedir. O minik tüyleri, renkli desenli yüzeyi, mini mini sıralı ayakları onu sevimli, şirin bir tırtıl yapıyordur. Kıvrıla kıvrıla dolaştığı yerlerde öyle uyumlu bir hayatı yaşıyordur ki çevresindeki her şey onunla dost olmuşlardır.
Öyle sakin, kıtır kıtır yaprakları kemirerek keyfini çıkardığı, salına salına, boğum boğum dolanarak gezindiği vakitlerde hayat ona ne sürprizler hazırlamıştır kim bilir.
Bazen insan düşünmeden edemiyor. Neredeyse iki farklı canlı şeklindeki bu dönüşümden hiç birbirinin haberi var mıdır acaba diye? Evet, tırtıldan kelebeğe dönüşümden bahsediyorum. Aynı varlık üzerindeki bu değişim insanı ne kadar hayrete sokuyor. Ama bir şekilde iki yabancı gibi karşılaşsalar muhakkak birbirlerini tanırlar. Çünkü ruhlarından parlayan ışık aynıdır. Fakat insan buna şaşırmadan edemiyor. Gerçi yaratan kudret sonsuz ilim ve iradesiyle neler yapamaz ki! Değiştirir, dönüştürür, başkalaştırır ona zor değildir ki. Kıştan baharı bahardan kışı çıkarır. Yeter ki onun hikmetli ve şefkatli eline kendini bıraksın ve ruhunu kaybetmesin. İnsan da bazen çocukluk resminden kendini zorla, karine ile tanıyor. İnsan değişiyor, kâinat değişiyor, her şey değişiyor. Bu değişimin sırrını çözmek biz şuurlu hayat sahiplerine düşüyor.
Biz yine tırtılımızı bıraktığımız yere dönelim. Evet, tahmin ettiğimiz gibi hışır hışır yaprak yemeğe devam ediyor. Bu tatlı böcek larva döneminden itibaren kütlesinin binlerce katı ağırlığa ulaşacak bir iştahla geleceğine doğru ilerlerken o küçücük vücudunda canlılık adına, hayat adına öyle istihaleler, öyle kazanımlar, kayıplar yaşar ki her an o minik bedeninde binler faaliyet iş görür, pek çok değişim içinde kaynaşır. Halden hale dönüşen o tırtılcığımız çok kısa bir sürede olgunluk çağına girer ve gelişimini bir ipek böceği olarak tamamlamaya başlar. Bu süre çok da uzun değildir. Belki bir iki haftalık bir vakitte yumurtadan çıktığından 10.000’ lerce kat daha gelişmiş bir halde önemli bir göreve hazır durumdadır. Bu kadar bir sürede nasıl oluyor da bu gelişimi bu denli uyumlu şekilde gösterebiliyor ve her şey ona yardım ederek hem iç şartlar hem dış şartlar onu gerçekten mucizevi bir şekilde besleyip büyütebiliyor, şaşırmamak elde değil. Ne demek istediğimize bir örnek olması için bebeklerimiz üzerinden bir ölçü verebiliriz: Doğduklarında 2,5-3 Kg. olan o yavrucuklar bir iki hafta içinde 25-30.000 Kg. (25-30 TON) şekline dönüşse ne yapardık. İşte asırlardır bu tırtıl ve kelebek sürecindeki mucize, evrendeki diğer mucizelerle birlikte yaşanıp gidiyor…
“Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir.”
Tırtılımız kemale erdi. Bu dünyada tırtıl olarak tahsilini tamamladı. Şartlar oluştu. Artık tırtıl hüviyetinden terhis ve eğitimden mezun olma vakti. Bu dönüşümü yaşarken ona ilham edilen nasıl bir içgüdü vardır ki bu mucizevi süreci gösterdiğinde hiç mi hiç görevini aksatmaksızın ve çizgisini, duruşunu, sanki o doğa ile bütünleşmiş akıcı bilincini hiç değiştirmeksizin istikrarlı kolaylık içinde hayatî sürecini tamamlar. Mükemmel bir uyumla inanılmaz inkılapları yaşarken akıp giden bir su gibi fıtratının yatağında müzahemesiz, mücadelesiz, münakaşasız yol alır…
Evet, artık ipekten bir hapse, hücreye (ya da çilehane mi demeli) girme zamanı gelmiştir. İnsanın da hayatında böyle dönüm noktaları, değişim kavşakları, berzahlar, kritik devirler var elbette. Bambaşka bir dünyaya göz açtığımız hiçbir gündoğumu yaşamadık mı? Bizi bambaşka bir hüviyete sokacak bir olay?.. İşte bizim de kendimize göre ördüğümüz kozalarımız, inzivalarımız, derinleşmelerimiz ve berzahlarımız var. Her zarfımızı yırtıp çıktığımızda bambaşka bir dünyanın içine girmekteyiz, doğmaktayız. Ve farklı bir şahsiyet kazanmaktayız. Terakki ve tekemmül sürecinde nice merhaleler, nice değişim ve dönüşümler bu seyrin birer durağı ve hatvesidir. Her adım, her kademe, her daire, her terbiye bir koza ve kelebek sürecini yaşatacak potansiyeldedir. Büyük değişimler ise büyük birikimlerin ve altyapıların, emek ve enerjilerin üzerine oluşur. İşte bir tırtıldan başlayan süreç fıtratın mucizeli muhteşem bir dersidir. Ne kadar hikmet var, sonsuz desem az kalır, ne sen anlayabilirsin ne de ben… Rabbim anlayışımızı ve istifademizi artırsın…
O sevimli kurtçuk kozasını örmeye başladığında kendinden geçerek konsantre olmuş bir vazifedardır. Görevine meclub olmuş dervişler gibidir. Ve her bir tırtıl kendi kozasını örer. Bu bir toplumsal hareket değildir. Münferit yaşanıyor olmakla birlikte genelin davranışıyla topluluk davranışı haline gelen bir fıtrat eylemidir. Yani vahidiyet içinde bir ehadiyet tecellisini bize izhar eder…
Koza, bir böceği kendi örgüsüyle içine aldığında yokluğun değerini sarmalamaktadır. Fakat ipek olacak o koza aynı zamanda en değerli bir metaın maddesi de olmaktadır. Sanki hiçlik abasını üstüne çeken bir salikin derunî inzivası gibi girdiği berzahındaki arşiyesini tamamlarken ve sıçrayışına hazırlanırken ona eşlik eden her ne varsa kıymetlenir, mana kazanır. Onunla oda değerlenir, yükseklenir…
Burada insanoğlunun ne kadar gaddar ve hunhar olduğunu, menfaati ve lüksü için neler yapabileceğini söylemeden edemeyeceğim. Malum ipek kumaş olarak çok değerli bir üretim ve sanayii ürünü. Hem de herkesin beğenerek kullandığı bir medeniyet alameti. Ama elde ediliş şekli hiç de insani ve medeni değil. Kozaların içinde tırtıl veya kelebeğe dönüşmüş hayvancık dururken onları fırınlayarak öldürmekle güya kozaların içinden kelebeğin çıkarken delik açmasıyla kullanışsız, kesik olmaması gerekçesiyle onları içeride öldürüp dışarı çıkmalarına mâni olup kozanın da delinmesini engelleyecek bir üretim mantığı gelenekselleşmiş. Halbuki bu açgözlü, acımasız, kafasına göre hareket eden insan, fıtratı okumasını bilmediği için maalesef yanlış yollara ve vahşi usullere saplanmıştır. Gerek kolayına gelmesi gerekse ananevi yanlışların birikmesi geleneksel miras şeklinde kalıcı bir hale gelerek yerleşmiştir. Fakat son zamanlarda, kozanın içindeki mucizevi bir metamorfoz geçiren canlının (tırtıl/kelebek) öldürülmeksizin ipeğin elde edilmesinin yolu olduğu anlaşılmış ve yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Çünkü kelebek kozadan çıkarken mikroskobik incelemeler sonucu koparıp, kesip delerek çıkmadığını ipeğin tellerini aralayarak delik açtığını bulmuşlardır. Bu şekilde üretime de “Barış İpeği” ismi verilmiştir. İşte fıtratın bir dersi daha bu minik sanatlı kuşcuğun fiiliyle bize öğretilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Yırtmadan aralayarak dışarı çıkan kelebeğin bu zarif hikmeti ile sanatındaki harikalığın hem göze hem akla hitap eden mükemmel ibret ve hayret dersi ancak SUBHANALLAH ile taçlandırılası bir tecellidir…
Kozaya kendini hapseden tırtıl böceği öyle bir çile devresi geçirir ki o dönüşümün ve tahavvülün evrelerini fotoğraflasak muhteşem bir değişim sürecinin manzarasını görmüş oluruz. Harikalığın albümünü oluştururuz. Bu canlı-cansız böcekciğin içinde bulunduğu sürecin kozayla birlikte adına pupa denilir. Artık başka bir evrenin geçişindedir. Ve o hücreciğin içinde eski halinden bambaşka bir şekil ve surete kalp olan varlığı renkten renge, biçimden biçime girerek nasıl bir mevhibenin kucağında olduğunu ihsas eder. Ve nihayetinde kozadan çıkma zamanı gelmiştir. İşte şimdi dünyaya yeniden doğmanın zamanıdır. İnsan acaba yaşarken kaç kere doğar…
O dudakları ısırtan güzelliği ile arz-ı endam eylemeden kozadan aralayarak çıkan kelebek (artık ünvanı da değişmiştir) önce kendine gelmek için çırpınarak çok kısa bir toparlanma süresi geçirir ve akabinde yeni dünyası olan çiçeklerin baharına doğru kanat açar. Kelebek kanadı, resmedilmesi hayalleri aşan bir estetik ve güzelliğin letafetini zarafetle yansıtan bir sanat ifadesidir. Her bir deseni kudreti nihayetsiz bir Sani’in tezgahından çıkmaktadır. Böyle ince, zarif ve nazik bir tül gibi dokunmuş nadide libasların müstesna keyfiyeti gibi elsiz bir böceğe böyle bir kanat takmak marifetin tefekkürü içinde ne tatlı ve ne derin bir yere sahiptir; bunu ancak imanın inkişafına müştaklar anlar…
Artık o kapalı dünya geride kalmıştır. Nazarlar kanatlanmıştır. Renkler kanat olmuştur. Ve sanata bir kanat verilmiştir. Bu makamda ne desek az olacağı malumdur. Sözü, kelebeklenen mevsimlere havale ederiz.
Meraklılarının koleksiyon yapacak kadar ilgi gösterdiği bu pervane namındaki uçucu böceklerin, sanatlı kuşcukların o ilahî sanatı sergilemeleri bir ilandır. Hem de güzelliğin, estetiğin, süslemenin namütenahi çeşitleriyle zevk ve zarafet erbabına sunulabiliyor olması Rabbani bir sanat mucizesi olarak dünyamızda kalkar, uçar, elimize konar, çiçeklere konar, gönüllere konar, ruhlara dokunur bir canlı tablo misali hayatımızın içine girer. Her konduğu yerde tamamlayıcı bir letafet, güzelleştirici bir motif, hayat verici bir canlılıktır. Fakat söylenene göre birkaç günden tut birkaç aya varan ömrünün yine de bu endama az geldiğini söylemeden edemeyeceğim. Müzelerde sanat eseri olarak teşhir edilesi, en değerli ellerde paha biçilmez koleksiyonların parçası olası bu yaratılış mucizesi neden birkaç gün veya birkaç aylık bir ömre sıkıştırılıyor. Sır meraklıları bunun cevabını da bulmuş olabilirler fakat pek çok hikmetinden biz birini bahsederek geçeceğiz. Güzellikler elbette aşık meraklıları, seyirci müştakları isterler. Güzelin güzelliği kadar onun nasıl güzel olduğu da önemlidir. Bir kara topraktan sanat harikası meyveler, dallar, ağaçlar oluşurken elbette onu ne toprağa ne suya ne güneşe ne de havaya veriyoruz. Ağacı odun ve dalı budağı yeşili çalı çırpı olan, filizleri havada asılı hilkat garibesi gibi cansız bütünlükten canlılık alameti gösteren bu mucizeli varlığı yani baharda yeşeren ve çiçeklenen bir ağacı, yaratıcı bir güce vermemek ne kadar akıldan uzak ve gerçeklikten yabani olmayı gerektirir, gerisini siz düşünün. İşte bu avuç içi kadar ipeksi kanatlarla bin bir güzellik sergileyen kelebekçik de boyacısını, ressamını, grafikerini, tasarımcısını göstermekle birlikte canlılığı ile de hayata hayat katan sırların yayılmasına vesile olur. Ona bakıp ta مَا شَٓاءَ اللّٰهُ “maşallah”, فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ “fetebarekallahu ahsen ül halikıyn”, ne güzel yapılmış, yaratılmış demeden seyretmek hem cemalperest bir kalbin derbeder günahıdır hem de güzeli seyretmekten hoşlanan nazarın gâsıbane bir hırsızlığıdır. Güzeli gören gözler onun hakkını vermezse hem o güzele ve güzeli gören göze hem de güzelleştirene ve güzel görenlere çok büyük haksızlık etmiş olurlar. Güzeller güzeli olan bir güzelliği cennet misal güzelliklerde bize hatırlatan o Cemil-i Mutlak olan Cemal sahibine binler iştiyak ve istek az kalır… Bu kadar antika, yaygın ve binler, yüz binler türe sahip bir güzellik ancak güzelliğin kaynağı ve güzelliği gönüllere serip saçan, muhabbetin her türlüsüne bir güzellik nişanesi takan güzelliği yaratan bir güzelin yansımaları ve göstericileri olabilir. İşte “Fenzur!” mesajlı uyarısı bütün bu harikalıkları içine alan hayret temaşasının, ibret nazarının ve tefekkür sahasının genişliğini gösterir, tattırır. Ve güzelin bir an güzelliğe mazhariyeti onu sonsuz güzelin güzellik hanesine kaydeder. Binler nüshalarda, nazarlarda ve sahifelerde o güzelliği çoğalttığı gibi Zat-ı Zül Cemali vel Kemalin ezeli ve ebedi tecellisine bir lemha mazhariyet o güzelliği nihayetsizliğin içine çeker. Sırlı bir sonsuzluk ile sarar…
Kelebek kanadı hem bir ahenk hem bir mihenk hem de bir ince matematiğe denktir. Zira kâinatın nizamını bir kelebek kanadı resmeder ve izhar eder. O kanadın hendesesinde koca kâinatın, muhteşem semanın matematiği ve estetiği gizlidir. Bir kelebek, kanadını çırpması ile öyle bir etkileşimin ucuna dokunur veya bir düzenin dizgisini başlatır ki o sistemi ancak hem başlangıcı hem de sonucuyla kuşatan bir ilim ve irade ortaya koyabilir. O yüzden kelebek etkisi denilen bir sözü söyletmek o sanatlı kuşcuğa şayeste olmuştur. “Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir.” diyen bir matematikçi, formüldeki küçük addedilen kilit değişkenin minik hareketini “çığ etkisi” denilen katlanmalı bir sonucun sebebi olabileceği şeklinde ifade etmiştir. İşte kaos her an mümkünken kozmos içinde emniyette olan insan ancak bunu bir kelebeğin kanadıyla temsil etmesi manidar değil mi?.
Bu sırrı anlamak için minik bir örnekle eğlenceli deneyim için şunu hesap edip görmenizi rica edeceğim. Başladığın gün bir buğday tanesi koyarak her geçen gün önceki günün iki katı koyacağın buğdayların iki ay sonra ne kadar olacağını bulabilirsen gör ve anla. Bir buğday tanesi ile başladığın işin 60. günü 23 milyar ton buğday ortaya çıkacaktır. (Dünya buğday üretimi 2021 yılı rekoltesi 790 milyon tondur.) Hayret ettiğinizi görür gibiyim. Kelebek kanadı da böyle bir ince matematiğin ve sanatlı hikmetin ürünüdür. Demek kâinat öyle ince iplerle, ibrişim hatlarla örülüdür ki dokusunu hissettiğimiz, ruhumuzda yaşadığımız, benliğimizle kuşandığımız bu hayat ilim, hikmet ve kudret tezgâhında dokunmuş bir varlık atlasıdır. İlmek ilmek, düğüm düğüm işlenerek nescedilen bu vücut alemi her nakşında binler nakışla, her ipinde binler bağlarla bağlanmış hikmetler, maslahatlar, sırlar, marifetler mevcut bulunduğuna şahit oluyoruz ki işte kozadan kelebeğe yolculuk da böyle bir külli serencamı ifade ediyor…
Velhasıl, bu harika sanatların, gizli definelerin, esrarlı güzelliklerin, mucizevî mevcudatın sahibi bizim Rabbimiz olan Sultan-ı Ezel ve Subhan-ı Lemyezeldir. O’nu bilmek ve tanımak ne şerefli bir marifet, O’na iman ve ubudiyet ne büyük bir makamdır… İnsan bunları gördükçe, seyrettikçe, hissettikçe, yaşadıkça binler, milyonlar, nihayetsiz minnet ve şükran duyguları içinde tesbih ve tahmid ile doluyor. Sonsuz lütuf ve ihsan sonsuz bir mukabele ister. Ancak insanın kalbi ve ruhu bu sonsuzluğu yansıtabilecek mahiyettedir. O zaman insan olduğumuzu bilmek, insanlığımızın farkında olmak Hazret-i İnsan yolunda yürümek varlığımızın borcu, benliğimizin zimmetidir…
20 Nisan 2022 / ÇEKMEKÖY