Clicky

Sonu Başta Bulmak

Onu gözüne kestirmişti, ona acıyordu. Bu gence nasıl yaklaşmalıydı. İncitmeden, kırmadan, dökmeden… Bu genç içe dönük, sessiz ve masum görünüşlü biriydi, içinde çok fırtınalar kopuyordu ama bunu kimseye belli etmemeye çalışıyordu.  Onu ilk olarak akrabasının dükkânına gidiş gelişlerinde fark etmişti. O gidiş gelişlerin birinde bu genci ikili misafir koltuğunun ucunda mahcup bir şekilde otururken görmüştü. Herhalde lise öğrencisi olmalıydı. İlerleyen günlerde bu genç bir vesile ile Salih Bey’in derslerinde görünmeye başlamıştı ama başta da bahsi geçtiği üzere gencin içerisinde fırtınalar kopuyordu. Bir şeylerin etkisinde kaldığı anlaşılıyordu, bu hal onun yaşantısı üzerinde menfi tesirlere yol açıyordu. Acaba bunu bu halden çekip çıkarmak mümkün müydü? Bu nasıl olacaktı?.. Yoksa temelsiz bir bina gibi üstüne koyulanlar her an devrilebilirdi… Gerçekten de öyle oldu, sonra uzun yıllar bu genci görmek mümkün olmadı.. Ailevî sebeplerden dolayı genç yaşında çalışmaya başlamıştı. Ancak Salih Bey bu süreç içerisinde o genci hiç unutmadı, gıyabî dualarına hız verdi… 

Bu mahcup, utangaç genç biraz daha büyümüş, yirmili yaşların başına ulaşmıştı.   Genç günün birinde, Salih bey’e gelerek  “Size bir rüya anlatmak istiyorum.” demişti.  Ancak halinde bir değişiklik vardı, tutulduğu bir cezbeden kurtulmuşluğun izlerini taşıyor gibiydi. “Buyur, anlat bakalım” demişti Salih Bey. Genç anlatmaya başladı: “Biliyor musunuz hayatımda çok güvendiğim bir kısım insanlar vardı, onlardan ummadığım bir muamele görmüştüm, yıkılmıştım, acı içerisinde kıvranıyordum… Yapılanları bir türlü hazmedemiyordum.  Sanki bir enkazın altında kalmıştım. Kuytu köşelerde gözyaşı döküp dualar ediyordum. O kadar kendimi yalnız hissediyordum ki tarif edemem.”

Salih Bey genci mütebessim bir şekilde dinliyordu. Gencin girizgâh olarak anlattıkları bittikten sonra sıra rüyayı anlatmaya gelmişti: “Rüyamda Peygamberimizi gördüm. Bana bir perde arkasından sesleniyordu. Yaşadığım sıkıntıların geçeceğinin müjdesini veriyordu.” Salih Bey gencin rüyasını dinledikten sonra neşesi daha da artmıştı sanki. Bu rüya yıllardır o genç için ettiği duanın kabulünün bir işaretiydi. Evet, gencin yaşadığı o sıkıntılar onun aleyhine olmamı, aksine lehine olmuştu.  Zaten “Zahmetler suretleri itibariyle yanıltıcı rahmetler” değil miydi? Bu söz Salih Bey’in hikmetli bir sözüydü, Hidayet bu hikmetli sözü hiçbir zaman unutmayacaktı,  tüm bu yaşadıkları,  onun gözünü açmış, yeni bir hayata onu hazır hale getirmişti. Gördüğü rüya da bunu teyit ediyordu. 

Sonrasında yıllarca sürecek beraberlik başlamış oldu. Yıllar birbirini kovalamaya başlamıştı, Salih bey bu talebesini çok sevmişti ona çok yakın ilgi gösteriyordu. Birikimlerini onunla paylaşıyor onun iyi bir insan olması için olağanüstü bir fedakârlık gösteriyordu.     Hidayet bu fedakârlığı o gençlik yıllarında tam idrak edemiyor olmalıydı. Bir yandan yeni hayatı başlamış, çoluk çocuğa karışmış, bir yandan iş hayatı onu farklı duygu ve düşüncelere sevk etmişti. Dünya ona göz kırpmaya başlamış kendine çekmeye başlamıştı. Hidayet de dünyanın bu cilvelerine kendini kaptırır gibi olmuştu. Fakat kaderin sahibi buna fırsat vermek istemiyordu…

Salih Bey talebeleriyle birlikte ders yaptığı bir gün Zeynel ismindeki talebe, Salih Ağabey’e Hidayet’i rüyasında gördüğünü söylemişti.  Salih Ağabey,  “Anlat hele bakalım, ne gördün” deyince Zeynel anlatmaya başladı:  Rüyamda araba ile yolda giderken Hidayet arabasıyla süratle beni geçti ancak beni geçtikten sonra arabasıyla birlikte ilerdeki köprüden aşağı yuvarlandı. Ben hemen koşup köprüden aşağı baktım.” Rüyanın burasında Salih Bey,  “Aşağıya baktığında arabada Hidayet’i gördün mü” diye sordu. Zeynel, “Hayır, görmedim” dedi. Salih Bey rüyanın bu kısmını dinleyince biraz keyfi yerine geldi. Demek ki bu rüya Hidayet için önemli bir sırrı içinde barındırıyordu.  

Hidayet de rüyayı dinlemişti.  Salih Bey’in o soruyu sorması ve sorduktan sonra aldığı cevap karşısındaki rahatlığı Hidayeti de rahatlatmıştı.  Bu rüyayı dinledikten sonra Hidayet’in içine bir kurt düşmemiş de değildi çünkü son zamanlarda kendisinde değişik haller hissetmeye başlamıştı ve bu durum onu oldukça rahatsız ediyordu.  Hayatını da kısıtlıyordu… Bu durum iyice su yüzüne çıkınca artık bu halden bir kurtuluş, bir çıkış yolu aramaya başlamıştı fakat bütün çıkış yolları sanki kapalıydı ve bu durum onu çok rahatsız etmeye devam ediyordu.  Bu sıkıntılı ve sıkıcı hal Hidayeti çok ciddi düşündürüyordu; acaba bu olanlar neydi,  ona neyi ifade etmeye, neyi anlatmaya çalışıyordu? Sıkıntılı zamanlar birbirini kovalıyordu ancak her sıkıntı içerisinde bazen kolaylıklar hatta gözle görülüp hissedilebilecek ikramlar da olmuyor değildi.

İşte o anlar Hidayet için hep bir ümit ışığı oluyordu. İlerleyen yıllarda Hidayet bu sıkıntılarına kısmen alışmış ve farklı bir forma bürünmeye başlamıştı. Yaşananları anlamlandırmaya başlamıştı. Demek bütün bu olanların her birisinin bir vazifesi vardı. Demek ki, “Benim insan olabilmem için imtihanım devam ediyor düşüncesiyle rahatla, azmin ve sebatın seni yüceltsin. Bütün olanlar senin en ileri kemâlata namzetliğini gösteriyor.” Gibi bu Salih Bey’in bu hikmetli sözleri Hidayet’e yaşadıklarını sevimli kılıyordu. Artık Hidayet bunu anlamıştı,  çok rahatsız olmuyordu. Belki yaşadığı zorluklar ve sıkıntılar onu daha güçlü hale getiriyordu.  İşte Hidayet,  onu dünyanın zararlarından koruyacak, onu sabitkadem kılacak, başını döndürmeyecek, gözünü bulandırmayacak, her türlü tehlikelerden korunması için bu sıkıntıların kendine verildiğine inanmıştı.

Günün birinde Salih Ağabey’ine, “Ağabey, ne zaman sıkıntılarımdan kurtulmak için esbaba teşebbüs ediyordum sanki o sıkıntılarım daha da şiddetleniyordu.  Buna hala bir türlü mana veremiyorum.” deyince Salih ağabey her zamanki gibi hoş bir tebessümle, “Paşam, seni tebrik ederim, bu çok güzel bir tespit” demiş ve arkasından, “Zaten sen dünkü Hidayet değilsin, zaten ben de dünkü Salih değilim” demişti.

Hidayet artık sıkıntıları ile birlikte yaşamaya alışmıştı. Onlarla bazen sürtüşse de yine de çok şikayetçi değildi çünkü o sıkıntılar da kendisi de vazifesiz değildi. Hidayet, Salih ağabeyinin vefatından sonra metrukatı arasında kendisini doğrular mahiyette şu satırlara rastlayacaktı, “Rahîm Rabbim, bir kısım temiz yapılı kullarının dünyaya kapılmasını istemiyor, onu küçük musibetlerle ve anlaşılır mesajlarla uyarıyor.. Hak din için, kendi ilahî rızâsına hizmete koşmasını, kulluk makamında yükselmesini diliyor.. Öyle kimseleri görüp tanıdığımız zaman tebrik etmeliyiz. “ Bu satırları okuduğunda Hidayetin içi içine sığmadı ve Allaha çok şükretti…

One thought on “Sonu Başta Bulmak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir