Clicky

Bediüzzaman’ın İman Teleskobu: Risale-i Nur

Sûre-i Nur’da “اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَ اْلاَرْضِ” (ilâ âhir) âyetinin rasathanesine girip, imanın dürbünüyle bu âyet-i hasbiyenin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebiniyle en ince esrarına baktım, gördüm.

Risale-i Nur, Şualar

Modern bilimin babası olarak kabul edilen Galileo ilk teleskobunu geliştirip yönünü gökyüzüne çevirdiğinde Kopernik’in güneş merkezli evren teorisinin doğruluğunu kendi gözleriyle görmüş, dünyayı merkeze alan 20 yüzyıllık Aristo felsefesini ve Kilise doktrinleri yerle bir etmişti.  Her ne kadar Kilise saygınlığına zarar gelmemesi için Galileo’yu engizisyonda mahkûm edip susturmaya çalıştıysa da bilim artık geri dönülemez bir şekilde ilerlemenin ve açık görüşlülüğün merkezi haline gelmeye başlamıştı. Din kurumu ise toptan olarak insanlığın gözünde itibarını kaybetmeye başlamış, iman ve maneviyata saygı büyük ölçüde erozyona uğrayarak, akılcılık, maddecilik, faydacılık sonraki yüzyıllarda giderek Batı Medeniyetinin merkez noktası haline gelmişti. Gerçi Kur’an’da modern bilimle ters düşen herhangi bir konu bulunmasa da, Batı Medeniyetinin kısa sürede baş döndüren bilimsel ve teknolojik gelişmelerle baskın medeniyet konumuna geldiği ve bu gelişmeleri destekleyebilecek liberal kapitalist rejimlerin tüm dünyaya üstün medeniyet olarak ihraç edildiği yüzyıllarda din kurumuna olan itibar toptan bir şekilde sarsılmıştı.  İslam toplumları da Yaratıcıyı-İmanı-Maneviyatı dışlayan bu yeni materyalist felsefelerin etkisinden nasibini alarak giderek seküler ve maneviyata yabanî bir yaşam biçiminin etkisi altına girmiş, imanı ve inancı büyük yara almıştı.

Bir teleskop insanı bilime bu kadar yaklaştırırken diğer taraftan iman ve inanç ile aynı oranda devasa uzaklıklar meydan getirmişti. Peki, insanı yeniden bu değerlere yaklaştıracak başka bir teleskop keşfedilebilir miydi? İzah edilemeyen akla en uzak imanî meseleleri yaklaştırabilecek, iman ve Kur’an gerçeklerini bütün berraklığıyla gösterebilecek, din ve bilimi barıştırabilecek, insanı bütün imanî şüphelerinden kurtarabilecek, onu Rabbisine yeniden yaklaştıracak yeni bir teleskop, bir dürbün bulunabilir miydi?

 Bediüzzaman Said Nursi’nin bütün hayatının işte böyle bir teleskobun keşfine adandığını söyleyebiliriz. O bu gerçekleri sadece kendisi görmekle yetinmek istemiyor, aynı zamanda bu teleskoptan bütün insanlığa da baktırmak, Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu herkese göstermek istiyordu. Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de” demiş ve büyün hayatı insanlığa bu teleskoptan baktırmak davasıyla geçmişti. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur. diyebilecek kahraman ve fedakâr bir ruha sahip olan Bediüzzaman’ın bu çabaları ve duaları karşılıksız kalmadı. Allahu Zülcelal Hazretleri onun talep ettiği bu imanî teleskobu kendisine ve tüm insanlığa hediye etti.

Bediüzzaman’ın “iman teleskobu” da diyebileceğimiz bu teleskobun ismi Risale-i Nur’dur. Bediüzzaman’ın emsalsiz tefekkür dünyasının süzülmüş, Kur’an’dan ilhamen alınmış, katıksız, vehbi bir meyvesi olan Nur Risaleleri baştan sona imanı ve tevhidi merkeze alır, Allah’ın varlığını ve birliğini, ahiretin ve öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve diğer iman hakikatlerini açıkça ispat eder. Onun teleskobundan bakanlar kâinatı bir kitap şeklinde görürler, o kitap içindeki her varlığın tesadüf eseri değil, Yaratıcısını tarif eden ve pek çok manalar ifade eden harfler, kelimeler ve mektuplar olduğunu anlarlar. O kitapta adına bilim denen evren yasalarının hakikatte “şeriat-ı fıtriye” denilen ilahî kanunlar olduğunu ve bu kitaptaki her bir noktanın, her bir harfin aslında Allah’ın sonsuz güzel isimlerinin tecelli ettiği bir ayna olarak müşahede ederler. O aynadan yaratılışın envai çeşit tecellilerini, yansımalarını seyrederek iman ve tevhid mertebelerinde terakki ederler.  Bütün şüphe, evham ve vesveselerden kurtularak kâmil bir mü’min seviyesine gelirler.

Bu teleskoptan bakanlar 1400 yıl öteden Asr-ı Saadeti görürler, Peygamber Efendimizi (a.s.m.) Arap yarımadasında bütün insanlığa, elinde Kur’an ile nasıl ezeli bir hutbeyi okuduğunu ve kısa sürede bedevi-cahil Arap kabilelerini bütün insanlığa üstat durumuna getiren bir muallim, bir rehber olduğunu görürler. O teleskobun gözlemcileri imanın sonsuz mertebelerinde seyahat eder, hikemiyat ve maneviyatın en dakik ve sırlı konularını müşahede ederler. Bu teleskoptan bakanlar daimi huzuru, sükûneti, itminanı elde ederler. Marifet-i İlahiye ve esmaiye derslerinin doyumsuz talimini yaparlar. İsmine medeniyet verilen yalancı medeniyetin yakıcı zararlarından kurtularak hakiki bir medeniyet olan Kur’an Medeniyetinin ummanına dalarlar.

Bugün bu teleskoptan bakmaya bütün insanlık olarak hepimiz muhtacız. Bir virüs karşısında çaresiz kalan insanoğlunun ebedi ve manevi ihtiyaçlarının cevabını yalnızca bilim veremez. Bugün onu ebedi bir mahzuniyetten ve meyusiyetten kurtaracak yegâne iksir iman iksiridir. Çünkü insan bu kısa ve geçici hayat-ı dünyevi için yaratılmış, mahvolacak değersiz bir organizma değil, bilakis hitab-ı İlahîye mazhar ve sonsuzluk âleminde her türlü ihtiyacına cevap alabileceği ebedi bir saadet ve mutluluğa namzet bir eşref-i mahlûktur. Gözle dahi görülemeyecek kadar küçük bir mikrobun pençesiyle yatağa serilen ölüm ve sekerat halindeki şefkate, rahmete, inayete muhtaç bir insan ruhunu hangi bilimsel ilerleme ve terakki tatmin, teskin edebilir? İşte bu anda meyus insan ruhunu ebedi bir müjde ile güldürecek, teselli verecek tek bir iksir vardır, o da İMAN iksiridir.  Yolunu kaybetmiş bu zamanın biçare insanına ilahî bir ikram olarak hibe edilen Bediüzzaman’ın teleskobundan bakan herkes kolayca en uzak meseleleri akla ve mantığa uygun bir şekilde izah edilmiş olarak görebilir,  İMAN’ın doyumsuz lezzetini bulabilir, zamanın fırtınalarının açmış olduğu yaraları tedavi edebilir. Bu hususta problemi olmayanlar da imanlarını genişleterek imanlarının yüksek mertebelerine seyahat edebilirler. Bu anlayabilenler için zamanın insanının istifadesine açılmış çok yüksek bir mazhariyettir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir